25 Aralık 2010 Cumartesi

Aslında...

Seni lanetlediğim sokaktan geçtim bugün.
İçim hiç sızlamadı.
Hatırladım seninle de geçmiştim o yollardan,
Gözümden yaş damlamadı.
Senden sonra bir göz baktı gözbebeklerime,
Dudaklarım hiç yanmadı.
Elleri değdi omuzlarıma,
Pişmanlık bana uğramadı.
Uzun uzun düşündüm sonra,
Sensizlik bana hiç dokunmadı.
Dokunan duyduğum şarkılardı bazen,
Bazen de sadece sessizlikti işte.
Başka şarkılar da duyacaktım,
Gülüşler de vardı hayalimde
Günler öyle çabuk akmadı.
Gördüğüm ne çok rüya vardı,
Rüyalarım hala gerçek olmadı.

Ç.T.

26 Kasım 2010 Cuma

Öyle Bi Kız İşte..

Kimse gözlerinin altı uykusuzluktan morarmış, eller uhu içinde, özenle yapılmış manikürü bi bıçak darbesiyle mahvolmuş bir kızdan hoşlanamaz. Hoşlanmamalı da zaten. Hele ki aşık falan kesinlikle olmamalı.

Öyle bi kız sevilmeden sevmeyi bilmez. Sevgiyi paranla göstermeni istemez. Onu yatağa atmaya çabalamansa sadece tiksindirir. Hani yine elleri uhulanmışken bi gece, sabah olmasına çok çok az kalmışken telefonuna gelecek bi mesaj ömür boyu sadakate neden olur onda. En büyük hayali, uyurken onu seyredecek kadar aşık olmandır ona. Tabi severse. Sevilince öyle bi sever ki, aklın şaşar. Bıkarsın! Bıkma ister, hep tut uhulu ellerini ve hep ister mor halkalı kan çanağı gözlerine tutkuyla bakmanı. O bilgisayarda, siyah bi ekrana renkli çizgiler çizmekle meşgulken, getireceğin bi fincan kahveyi, bi öpücüğü bekler, söylemez.

Her erkeğin g.tü yemez işte o kızı elinin içine almayı, hatta hiçbirinin yemez. Bazen biri atar kendini ortaya. Sonra yine o bildik son! Yalnızlık zorunluluk değildir onun için. Kendisi seçmiştir böyle bi kız olmayı. Ve bilir sonunda yalnız kalacağını. Yalnızlığı, kendisinden daha iyi tanır onu. Çünkü en sevdiği şehirdir yalnızlık onun. Ve en sevdiği duygudur İstanbul.

Ç.

İçime Akanlar 1

Avaz avaz bağırmak istesem de sesim çıkmıyor artık. Sözcükler içime akıyor. Kendi sözlerimle kendi sessizliğimde boğuluyorum!

Dibe itiyorsunuz, çıkamıyorum ve lanet olsun düşünmeden duramıyorum. Bu aralar ne çok lanet olsun diyorum. Düşünüyorum yine, en azından o zaman doktoru beklerken beni dizine yatırıp saçımı okşayan biri vardı. Ve hasta oluşum benden çok onun canını yakıyordu. Görüyordum gözlerimle. İlk kez çaresiz kalmıştı canımın yanmasına. Alnımdan öperek düşürmeye çalışmıştı ateşimi dudaklarıyla ölçerken. Şimdi canımın yandığından haberi yok. Belki de bir türlü hasta olamayışım bundan.

Şimdi de canım yanıyor evet. İnkar etmem, edemem. Azcık kendini kattıysa bana yanımdaki, görüyor yüzümdeki gölgeni. Senin gölgeni değil, bıraktığın gölgeyi. Senden gidişimin nedenini… Çekip gidişim, vazgeçişimdendi, artık sevmeyişimden. Yada artık, hiç bi zaman sevilmediğimi tarafından, hissedişimden. Yazık ki bencilim! Sevilmeyince sevemiyor kalbim. Ve taş gibiyim işte. Kırmak güç gerektiriyor, sabırla beni kırmayı denemen gerekiyor. Başarınca da bi daha hiç bi zaman tek parça olmuyor. Ne kaynak tutuyor ne dikiş. Yalama olmuyor. Tek celsede bitiyor işi! Bu yüzden geri adım atamıyorum. Ve sadece bu yüzden kimsenin gözlerine inanarak bakamıyorum. Biri bana şaşkın dese bile üstüme alınmıyor, aldırmıyorum. Hiçbir seste duymuyorum güveni. Aşık olacak kadar derinden duymuyor bile kulaklarım.

Yazık! Yıktığın duvarlarım, içimdeki inancı yıktırdı kendi ellerimle. Bu yüzden hiç aşık olamadan öleceğim. Ve hep aşık olmak istediğim, bunu sen hiç bilmeyeceksin…


Ç.

Ben Bir Tahinli Çöreğim!

Tahinli çörek yemeyi çok seviyorum. Bana seni hatırlatıyor. Başladığı bir yer var, ama göstermelik. Oradan başlıyorsun yemeye sonra tuttuğun yer elinde kalıyor. Ya da durum sadece bende böyle… Lanet olsun bende her şey böyle! Tahinli çörek, kapı kolu, maket parçası, hayat…

Başladığını ve hep tek yönde ilerlediğini anlatıyorlar ya bize. Bir doğuyoruz, bir de ölüyoruz ya hani, o yalan işte. Gerçekten kaç kere ölüp ölüp doğuyoruz? Deyim gereği değil, kurtlar kemirmiyor mu beynimizi? Uçurumun kenarında hissetmiyor muyuz kendimizi? Bıçak kemiğe hiç dayanmıyor mu? Ya da evet durum sadece bende böyle… Size konulan bütün teşhisler strese bağlı değil mi yoksa? Yani bütün vücudunuz isyan etmedi mi hiç suskunluğuna? Yanında biri olduğunda bile, yalnız olmanın anlamına uzaksınız demek ki. Değerini bilin.
Lanet olsun ki değer anlayışı farklı bir tipim. Lanet olsun ki anlayışıma yakın bir anlayış hiç görmedim. Kıvrıla kıvrıla kendimi kendime hapsettim. Bir gün çözülebilmem içinse benim gibi birinin elinde kalmam gerekiyor. Lanet olsun ben bir tahinli çöreğim!

Ç.

7 Kasım 2010 Pazar

Bazı Şarkılar Ölsün İstiyorum!

Bana bakmandan nefret ediyorum. Lanet olsun kendimi çıplak gibi hissediyorum. İçimi görüyorsun. Benim duyamadıklarımı duyuyorsun, içimden geçen. Biliyorsun, tüm yollarım sana çıkıyor. Her şarkıda senin sesini duyuyorum. Ölsün istiyorum bazı şarkılar, evet ölsün. Seni bana hatırlatan tüm şarkılar ölsün. Renkler de. Hava kararırken, puslu bir maviye bürünür ya gökyüzü; o esrarengiz haline, bana yan bakışlarına daha da anlam katar ya… Ölsün işte akşamın o saatleri, ölsün o renk! Kırmızı da ölsün. Kahretsin ki çok yakışıyor gülüşüne! Gri zaten bizim rengimiz. Ne beyaz olabilmiş ne de geceye boyun eğip siyah oluvermiş. Ama biz boyun eğiyoruz işte geceye. Biz kapkara oluyoruz ve ne yazık ki siyah da çok yakışıyor ikimize.

Sesinden de nefret ediyorum. Ama zaten bunu da biliyorsun. Sesinin beni, bütün gece içsem bile sarhoş olamayacağım kadar dağıttığını biliyorsun. Ben söylemedim. Sen zaten biliyordun. Gözlerini kısıp yine baktığında içime, görmüştün onu da. Sana gözlerini kısıp bakmayı yasaklamak istiyorum. Beni düşünmenden de nefret ediyorum. Canımı yakıyorsun. Benim kendi canımı yaktığımdan daha çok canımı yakıyorsun.

Bilmenden nefret ediyorum ama biliyorsun. Özlüyorum. Kimseye bakmamışken öyle bana baktın, o gece. O geceyi özlüyorum. Bir kez daha içimi okuduğun o geceyi… Lanet olsun büyümek istemiyorum. Doğum günümü ilk kutlayan sendin ya, o doğum günümü özlüyorum. Gizlice konuşmalarımızı, gizli kavgalarımızı bile özlüyorum. İmkânsızlığını bilsem de odamın camına bir tek papatya atmanı istiyorum aptal adam! İnan atsaydın o papatyayı da saklardım bir kitabımın arasında. Tıpkı seninle ilgili her hayalim için kitaplarımın arasında sıkıştırdığım papatyalar gibi. Senin bulduğun papatyalar gibi… Ya da belki senin elinden geleni başucuma koyardım. Gerçekten gözümü senle açmak için.

Ve kahretsin en çok bundan nefret ediyorum. Bana benzememen beni mahvediyor. Belki de her gün bu yüzden sarhoş gibi dolaşıyorum ortalıkta. Bana benzemeden benim gibi olman hayal gücümü zorluyor. Ben koştum sana. Son canımla anlattım her şeyi, belki de son nefesimi de o an verdim yanında. Benden önce fark ettin öldüğümü. Ama tutmadın elimden. Ezemedin o kahrolası egonu. Ve şimdi sırf bana benzemediğin için kendi köşende vermeyi tercih ediyorsun son nefesini. Ama o kadar kolay olmayacak inan bana. Nefes almıyor artık hislerim. Ben bittim! Ama sen ve kalbin son nefesinde bile beni yanında isteyeceksin…

20 Ekim 2010 Çarşamba

Tek Kişilik Bir Dünya?!

Bu sabah yataktan kalktığımda bomboş olsaydı ya kafam. Sadece bir kez… Sen, geçmiş, gelecek kaygılandırmasaydı ya beni. Korkularımdan arınmış uyansaydım. Kendimi bırakabilseydim boşluğa ve eğer çekersen kendine sana doğru uçsaydı ruhum. Çekebilir miydin? Ruhum ağır! Kasvetli biraz da… En azından minik olduğum ortada. Elimden tutup çeker miydin bedenimi, burnumla dudaklarının neredeyse değecek kadar birbirine? Peki öper miydin?

Sevmek ne kadar içinden gelirdi? En derininden mi yoksa pantolonunun cebinden mi? Kilometrelerce yol tepmek, el ele, gülmek, bi sürü şeker tıkıştırmam ağzına ve sonra şekerli dudaklarını öpmek; bi yatakta tepişmekten daha mı az eğlenceli? Belki biliyorsundur diye sana sordum.

Bu dünyanın kurallarıyla yaşamasak ne harika olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Benim dünyamdaki kadınla erkek farklı.! Onların kurdukları hayaller pembe panjurlu eve benzemiyor. Onların rüyalarında gördükleri birbirlerinin sahilde bi sigara dumanıyla dans eden saçları ve o saçları okşayan eller. Kıvır kıvır saçlar, sert, erkeksi, güçlü ama narince okşayan eller… Sadece birer hayaller. Gece yatağa yattıklarında, nefeslerinin karışması birbirlerine istedikleri. Ve uyandıklarında uyanana kadar onu seyretmek yaptıkları.

Yemek yemek değil, aşkının elinden yemedikçe, yada sarhoş olmak değil içmek gözlerine bakmadıkça. Sevişmek değil bağlılığın simgesi ve ihanet değil verilen ceza. Ölürken onun gülüşünü görmek istemek sadece. Ama dedim ya bu benim dünyam ve hep tek kişilik nedense. Dünyanın kapısını bilen yok, bulanın girmeye cesareti. Olmasın! Dünyamı başıma yıkmaya çalışacaksa benim bu yazdıklarımı bile asla okumasın! Bir gün biri olacaksa da kendi tek kişilik dünyasını benim dünyama yanaştırsın. Bir bütün yapalım beraber, iki kişilik bir dünya kuralım. Ve pişmanlık ikimizin dünyasında hiç olmasın!

Ç.T.

19 Ekim 2010 Salı

Bu Bir Uyarıdır!!!

Bazen olur ya herkesten kaçmak istersin. Sorunlu olduğunu düşünerek bakarlar sana. Son zamanlarda bana da oluyor öyle sıkça. Ama açık söylüyorum bıktım.

Yaşadıklarımı görmüş olabilirsiniz, biliyor olabilirsiniz ama saçma sapan gelip de anladığınızı iddia etmeyin, tek ricam bu sizden. Anlamıyorsan ki anlamıyorsun, bırak bari kafamı dinleyeyim. Çünkü sizin sahte “anlayışlarınız” bana kendimi daha da kötü hissettiriyor. Zamanında yargıladığınız insanlarla aynı davranışları sergilemeniz tam bir samimiyetsizlik. Farkında değil misiniz? Dibine kadar farkındasınız! Ve bu beni çıldırtıyor. Doğal olarak etrafımda böyle insanları barındırıp, kendimi kısıtlamaktansa, lanet olsun sizsiz olayım demekten kendimi alamıyorum. Bakışlarınızla size muhtaçmışım gibi hissettirmeye çalışıyorsunuz ya, acıyorum size. Şuan ne kadar mutlu olduğumu anlayamamanıza şaşırıyorum… Bak bu da dengesizlik belirtisi size göre.

Bu ilk püskürmem, dilerim son olsun. Ama şunları aklınızdan çıkarmamaya çalışın. Beceremiyorsanız lütfen başka bir şehre tatile gidin, bi süre numaramı silin, evlatlıktan arkadaşlıktan reddedin falan. Evet derin yaralarım var aksini iddia etmiyorum. Evet bazen çok canım acıyor gizlemiyorum. Evet ruhum daralıyor, ağlıyorum. Ama inanın tahmininizden çok daha mutlu yaşıyorum. Birgün hepsi geçecek. Elbet yaralarımı da saran olacak, insanlara güvenmemi sağlayacak olaylar da. Ama o zamana kadar lütfen insanlara karşı duyduğum kırıntı kadar güvenimi kaldırıp atmayın. Çünkü onu da kaybedersem sizi kaybetmemek için hiçbir neden kalmayacak…

Hepinizi seviyorum!!! Ama bazılarınızı çok…
Çisil Tolga

29 Eylül 2010 Çarşamba

Sadece Bir Gece

Bu gece yine seninle baş başa buldum kendimi odada. Karşımda insanların ne kadar alçaldığını gösteren bir kutu açıktı. Bakıyordum olanlara, görüyordu gözlerim ama anlayamıyordum. İnsanlıktan çıktığı için mi insanlar, yoksa seninle dolup taştığımdan mı beynim bilemiyorum. Tek bildiğim anlayamıyordum. Ve artık sorgulamıyordum da. Sen de olsan öyle yapardın. Eminim çünkü senden öğrendim.

Bir de ses vardı odaya yayılan. “Good bye my love, goodbye” diye bağırıyordu. Eskilerden geliyordu belli, yorgundu. En az benim kadar, kulaklarım kadar yorgundu şarkı da. Benim kulaklarımı yorduğu gibi, şarkıyı da yormuştu şahit oldukları… Demis Roussos! Keşke bilseydin şuan nasıl damarlarıma yayıldığını. Ve karışıyordun damarlarımdaki kırmızı sıvıya. Kanıma ve şarabıma! Ayağımı uzatınca boş şişeler devrildi. O zaman fark ettim kaç şişe devirdiğimi. Ama şarap bu, en sevdiğim renk var adında. O değil de kim karışsın kanıma? Sen mi? … Güldürme beni… Sen gibi kötü alışkanlıklarımı bırakalı çok oldu ben. Büyüdüm! Artık yaptığın kafayla haz alacak bir yeniyetme kız değilim. Aşkın kafa yapmaktan çok daha fazlası olduğunu öğrendim. Ama aşk bile geçemedi şarabın önüne. Bilirsin çok severim…

Resimlerin mi? Çoktan sildim. Adın? Bir daha hiç geçmedi yakınımda kurulan cümlelerde. Hayaller? Daha güzellerini kurdum seni bitirince. Bittin mi? Hiç başlamamışsın ki… Aşk değilmişsin sen! Dedim ya aşk olduğuna inandırmışsın beni, azcık damarlarıma büyülü bakış ve tatlı sözlerinden karıştırarak. Ama merak etme onların da daha içtenini gördüm.

Hep istediğimin aksine, kabuslarımda bile samimiyetsizsin. Oysa tek isteğim buydu senden. Aşkına değil, şefkatine sığınmıştım senin. Sevgilinden çok, kızınmışım gibi bakardın ya o giderdi hoşuma, sende bilirdin. Her kabahatinde öyle bakardın zaten, zorlayarak kendini bazen. Bazen gözlerindeki şehveti örtmek için, bazen bencilliğini… Ama benim bildiğimi bilirdin işte. Gizleyemediğini bilirdin! Ve kahretsin ki bütün eziyetin bundandı bana.

Artık korkmuyorum. Korkularımdan o kurtardı beni. O senden korkan, her eziyetinde daha derine sakladığım kız çocuğu. O kadar güçlüydü ki, onu bulduğumda, sen bile korkardın… Bir gün geleceğini söyledi Superman’in. O çıkacaktı ve aşkı gibi, karısı gibi, kızı gibi, annesi gibi saracaktı beni. Canı gibi… Öyle dedi, yalan bilmeyen bir yürek bana! O yüreğe emanetim şimdi. Supergirl olduğumu hatırlayıp, uçmaya hazır olana kadar, o yürek çarpacak içimde. Supergirl olduğumda ise, sadece Superman’ime atan gerçek bir kadın kalbi olacak içimde!

Çisil TOLGA

27 Eylül 2010 Pazartesi

ZıtlıklaR

Okul yolunda, otobüslerde konuştururdum kahramanlarımı. Bana kendilerini anlatırlardı her gün, sessiz sessiz, bakışlarıyla. Çok insan tanıdım böylece, çok hikaye duydum. Ama hepsi bir noktada aynıydı işte. Şefkatinin gücüyle, nefretini besleyip büyüten bir kadın… Ya da ruhunu egosuna teslim etmiş bir erkek… Çocuklar bile masumiyetlerinin ardına gizlemezler mi yaramazlıklarını? Küçük hanımlar tevazuu gösterirken bile kibirlerinden vazgeçmezler. Küçük beyler ise esaretlerinin sınırlarında yaşarlar özgürlüklerini. Herkes aynıydı işte bu ufacık ayrıntı karşısında. Onları var eden, içten içe de kemiren bu değil mi? İçlerinde yaşadıkları ve yalnızca ruhlarına dokunduğunuzda anlayabileceğiniz zıtlıkları…

Tıpkı ilkbaharın içindeki sonbahar gibiydi hissettikleri. Stardelay'den The Late Show'u dinlemek gibi... Ruhlarına dokundum tek tek ellerimle. Hepsi çatışıyordu kendisiyle. Ve hep bir kurtarıcıyı bekliyordu ruhları. O kurtarıcı gelecek ve içindeki onlardan birini seçecekti elbette. Ama gelen de çatışıyor olacaktı kendi içinde. Çünkü nefretle şefkati harmanlayan kadının karşısına gelecek olan, duygularıyla egosu arasında sıkışmış bir erkek olacaktı. Ya da bildiğiniz gibi küçük beyler ve küçük hanımlar işte… Hepsi inkar edecekti içindeki fırtınayı. Oysa ne gerek vardı? Bölünüyorduk içimizde binlerce parçaya belki de. Ve bir parçamızı seçebilmek için kurtarıcımızı bekliyorduk pencere önünde. Bu yüzden aldatıyorduk işte. Tek bir parçamızın sesini dinlediğimiz için. İçimizdeki yap-bozların yalnızca biri tamamlanıyordu o zaman. Diğer parçalarımız isyan edince bir gün aldatıyorduk biz de. Her parçamıza istediğini vermemek haksızlıktı nihayetinde.

Oysa bir kurtarıcı beklemeseydik keşke. Kendimizi, meleğimizle ve şeytanımızla sevebilseydik. Karşımıza gelen adamın egosunun yanında gücümüzü, ruhunun derinliklerinde aşkımızı hissettirebilseydik. İçimizdeki yap-boz parçalarını keşke doğru adamın parçalarıyla birleştirebilseydik. Ve tüm bunları yapabilmek için azcık durup düşünseydik. Aşk kaçmaz, bekler. Senelerce bile… Harcanan seneler, harcayacağın ruhlar karşısında bir hiçtir durup düşününce. Bu yüzden bazen biraz yalnızlık gerekir sadece. Mecburiyetten ya da tercihen yalnızlık… Hiç fark etmez! Kurtarıcını bulmak için yok ettiğin her ruhun vicdan azabı yerine, yalnızlığın zahmetsizliği bulmana yardım edecektir doğru anda doğru adamı ve doğru seni.

Çisil TOLGA

25 Eylül 2010 Cumartesi

Lavanta'm

Gel buraya, otur dizime. Konuşacaklarımız var. Sert mi oldu yoksa girişim? Korkma bebeğim! Bu hayatta, benden asla korkma. Ben hayatını sana adamış olanım. Kimileri diyor ya, sırf senin için yaratılmış bir meleğim. Belki de..

Sana bugün anlatacaklarım, benim ben olmamla ilgili. Benim aldığım nefesi nefes yapan, İstanbul’un havasıysa, biraz da İstanbul’la ilgili demek ki. Senin adını aldığın, kokusu üstüme sinen bu şehir… Benim kokumla, senin adınla aşık ettiğin gibi, bizi kendisine aşık etmiş bu şehir. Canım kızım, Lavantam! Henüz doğmadın, belki doğmana çok var, belki hiç doğmayacaksın. Ama adın Lavanta olacak! İstanbul’u seninle içimde hissedeceğim. Ve sana günü gelince, Lavanta’nın sırrını anlatacağım. Annene benzeyen, çikolata gibi davetkar bakışlarınla bakacaksın bana da. Hem de bilmiş ve meraklı… Saçlarını okşayacağım anlatırken, benimki gibi kıvır kıvır saçlarınla oynayacağım.

Şöyle başlayacak hikayem; Lavanta’m, dünyalar güzeli kızım benim, sen benim hayalimdin. Hayalimi gerçekleştirdin. Ve hayalimde bir söz vermiştim. O sözü tutmanın zamanı geldi, neden Lavanta’sın sen öğrenmelisin. Baktığında hep, “senin gibi olmak istiyorum” dediğin annen gençti o zaman. Aşkın ne olduğunu bilmez, merak ederdi. İzlediği filmlerdeki, okuduğu kitaptaki aşklar ona yetmezdi. Onun aklındaki başka türlüydü işte. Anlatamazdı ya! Bir gün, indirime giren kitaplarda, az satılmış, bu yüzden yığılmış bir kitap gördü. Kitabın adı bile yeterdi almasına, fakat kitabın kokusu, sözlerinin melodisi çekmişti anneni içine. Koşa koşa gitti kasaya, aldı kitabı. Ama okumaya başlaması kolay olmamıştı. Kitabı eline her aldığında heyecandan deli gibi atıyordu kalbi, bırakıyordu annen de, raftaki yerine. Bir sene geçti kitabı almasının üzerinden. Ama bir gün, o gün gelmişti işte. Bir otobüs koltuğunda, şehirlerarası yolda başladı okumaya. Kitabın sayfalarında senin kokun vardı. Sayfaları geçtikçe, aşk melodileri yükseliyordu kitaptan. Ve aşkın her notasında, senin kokun geliyordu burnuma. İstanbul’un kitabıydı okuduğum ve İstanbul’un aşkıydı yaşanan. Ve sen İstanbul’un olduğu kadar, aşkın kokusuydun Lavanta’m! İstiklal Caddesi’nde küçük keselerde satılan, eski sevgililerin birbirlerine aşklarının bir simgesi olarak verdikleri kokusun sen. Eski İstanbul beylerinin sürdüğü lavanta kolonyasının, küçük prenseslerinde uyandırdığı güvenin kokususun sen. Sen benim Lavantamsın!

Bu kitabı okuduktan kısa bir süre sonra karşılaşacaktı annen, babanla. Ve o kitaptaki aşkı kıskandıracak bir aşk yaşayacaklardı ömürleri boyunca. Ama bunu ne sen biliyordun, ne de ben. Ben bunları yazdığımda sana baban yoktu henüz hayatımda. Ama sen vardın aklımda Lavanta! Ve baban, hayatıma girdiğinde, ona senden bahsettiğimde, gözlerinin içinin güleceğini de görmüştüm düşümde. Ve kıvır kıvır saçlarını beraber hayal etmiştik. Bana benzemeni dilemişti baban. Bense, seni birlikte büyütmeyi… İkimizin dileği de gerçek oldu. Bana benzedi Lavantamız. Ve sadece Lavantamızı beraber büyütmekle kalmadık, sonsuza dek aşkımızı büyüterek yaşadık.

Çisil TOLGA

5 Eylül 2010 Pazar

Düşüme...

Bir sonbahar rüzgarının esintisinde adımı çağırdığını duyarım bazen. Ürperirim tepeden tırnağa. Ama en çok kalbim… Olduğu yerde çırpınır bana seslenme ihtimalin karşısında bile. Neden böyle alt üst oluyorum ki sesini bile hayal ettiğimde?

Bazen olur ya elektrikler kesilir. O gece gelir hemen aklıma. Ve cılız sesiyle telefondan dinlediğimiz o şarkı. Sen, ben ve o şarkı çocukluğumuzu yaşarken yine birlikte. Elektriklerin kesildiğini hayal etmek birlikte… Haylazca gülerdik, fonda piyano solomuzla, mutluyduk.
Sahi bir de diğer şarkı vardı. Senin sesinden, ama en özelinden, içimi sıcacık yapan sözleriyle, her şeyiyle bana ait o şarkı. Söylesene, şimdi dinlediğinde canını yakmaz mı o şarkı? Yoksa beni sildiğin gibi, o şarkıyı da silip attın mı bugününden? Benim canımı yakıyor hala. Çünkü ne yaptıysam seni ruhumdan uzak tutamadım.

Düşümdeydin dün gece. Başımdaydı dizlerin. Ne geçmişte, ne gelecekte, bugünde yaşıyorduk ikimizde. Gülüyorduk yine haylazca. Değişmemiştik, zaten değişemeyiz de. Sana sensizken yaşadıklarımı anlattım. Bol bol ağladım. Öpücüklerinle sildin gözyaşlarımı. Sensizken takatsizdim. Sarıldın, oyuncağına kavuşan bir çocuk gibi seninle oynamaya başladım. Sessizdim sen yokken. Baktın ya gözlerime yine deli deli, dilimden ilk dökülen şarkımızın sözleriydi.

Uyandım, yoktun! Yanımda, telefonumda, maillerimde yoktun işte… Ama neden? Aslının şarkısında dediği gibi "Hayatına uzaktan bakmak yardımcı olmuyor!" Özledim işte! Yoruldum acı çekmekten de! Kapına gelip, son anda vazgeçip dönmekten de… O gün gelmiştim ya sana, çok kırmıştın beni, hala bir özür bekliyorum o günden beri... Gözümle görmesem acı çektiğini, hissetmesem hala beni sevdiğini, biliyorum dökülmezdi bu kelimeler… Hadi zamanı geldi, gel artık yeter! Lordum seni çok özledim…

Çisil TOLGA

3 Eylül 2010 Cuma

Yardımcı Olmuyor...

Yeni başlayan bir gün yardımcı olmuyor
Uykusuz geçen gece yardımcı olmuyor
Aldığım ilaçlar,gittiğim doktorlar,
Vücudumdaki yaralar yardımcı olmuyor

Gittiğim şehirler, tatiller
Yeni yüzler yardımcı olmuyor
Aldığım kararlar,bozduğum kurallar
Kendime yenildiğim günler yardımcı olmuyor

Şırıngayla çekip alsınlar seni, tüm vücudumdan ruhumdan,
Kırıntın bile kalmasın beynimde
Ki ben yine ben olayım...

Yeni yüzler yardımcı olmuyor
Geçen aylar,geçen zaman
Hayatına uzaktan bakmak yardımcı olmuyor
Olmuyor,yardımcı olmuyor...

Yalnızlık Üzerine Notlar 1

Bazen kaçman gerekir yaşadığın yerden. Seni büyüten şehir, dolaştığın, hayatını paylaştığın sokaklar, sevdiğin mekanlar sana çok uzak, yabancı gelir. Bozulursun! Nereye ait olduğunu bilemeden bu koca şehirde savrulursun. İşte kaçmanın tam vaktidir. 3 gün, 5 gün ne fark eder. Belki bir orman havası almak, belki denizdeki yosunların kokusuyla ciğerlerini doldurmak kendine getirir seni. Sevdiğin dostların varsa yanında tadından yenmez. Ama yoksa da sıkılma, bir kitap merhem olur yarana. Bir aşk romanı oku! Yalnızlığını unutturacak, gerçekten aşkın var olduğuna inandıracak bir roman…

Etrafında gördüğün yalan gülüşleri, senden bir öpücük almak için kırk takla atan erkekleri unutturacak bir roman… Sabah organize ettiği romantik kahvaltıda yumurtanı soyup, “çayımın şekeri olmasa da sen varsın tatlım” diyen adamların varlığına inandıracak bir roman… Kaçamağın bu olsun! Başka erkeklerin kucağında derman arama yarana. Daha çok yaralanırsın yoksa. Kitabın olsun can yoldaşın, müziğin olsun dert ortağın… Keyfini çıkar yalnızlığın. Ve hayalini kur bir gün karşına çıkacak olan o müthiş kahramanın. Çıtanı yükselt, asla pişman olmadan. Çünkü hak ediyorsun unutma! Marvin Berry’den “Earth Angel”ı armağan et kendine saatlerce dinle. Ve gülümse…

O geldiğinde, bir fincan kahvenin sıcaklığını bulacaksın ellerinde. Gülüşünde akşam güneşinin yüzüne vurduğunu hissedeceksin inan buna. Kapatıp gözlerini tadını çıkaracaksın. Hiç korkmadan kendini yere bile atacaksın! Çünkü her zaman seni tutmaya hazır bir çift kol olacak. Bir nefes olacak o zaman gece şimşek çakıp korktuğunda telefonda bile duyduğunda rahatladığın… Senin ağrı kesicini yanında taşıyacak biri olacak O! Sırf senin başın ağrırsa, acını azaltmak için öpücüğü yetmediğinde, ilaçla derman olabilmek için derdine… İsmi ve resmi olmasın zihninde ne fark eder? Hayallerin olsun! Yapacaklarını şimdiden düşün ki O geldiğinde bocalama. Anı yaşa! Rain şarkısında dediği gibi “yağmur ya da güneş kimin umurundaydı ki beraber olduğumuz zamanlar…”. Umurunuzda olmayacak hiçbir şey. Gece yastığa koyduğunda başını geçmişi düşünme artık! O’nun hayalini kur! İsimsiz kahramanının… ve asla unutma yürekten istediğinde hayatın sana vermeyeceği hiç bir şey yoktur, ölümsüzlük istemediğin sürece…

Çisil TOLGA

Yalnızlık Üzerine Notlar 2

Uzun bir yol var önümde. Camıma çarpan yağmurun sesi karışıyor dinlediğim müziğe. Ne güzel söylüyor Murat Boz fonda “Sana tapan bu kalp sensiz yol alıyor artık sensiz” diye. Evet, bu kalp yine yol alıyor. Yalnız ve sessiz… Yine terk ediyor aşık olduğu şehri. Solumda sevdiğim şehrin denizi. Gemiler göz kırpıyor çapkın ama hüzünlü. Ben korkmuyorum kara bulutlardan ama onlar korkuyor belli ki. Yada üşümüşlerdir belki tıpkı bugün benim ellerimin üşüdüğü gibi. Yalnızlık güzel belki ama arıyor işte bazen insan elini ısıtacak bir çift eli nasırlı bile olsa. Zaten sevdiğinin ne kusuru olur ki? Her zaman en yumuşak onun elleri…

Sevdiğim şehir geldi yine aklıma. Kaç kilometre geride kaldı acaba? Bir buçuk saat geçti ilk nefesimi aldığım şehirden uzakta. Yok, arkadaşım ya! Benim İstanbul’umun yağmuru bile bir başka! Yanından geçtiğim kendi eserim bile, eseri olduğum şehrin yokluğunu unutturamadı bana. Eserin olduğum gibi esirinim İstanbul! İster şımar, ister havaya gir. Zaten sen biliyorsun değerini. Bir nefeste herkesi kendine nasıl aşık ettiğini. Bir kez tadını alanın sensiz yaşayamayacağını… Bende şımarmıştım senin gibi. Ömrümde aldığım en güzel iltifattı çünkü “İstanbul gibi kadın” olmak. Ben senin kızınım İstanbul! Boğazının köşesinde doğdum, denizinin kenarında büyüdüm, Beşiktaş’ında serpildim, Taksim’inde içtim, Haliç’inde sevdim. Ve inan İstanbul, seni 50 senedir seven babamdan daha çok sevdim.

Nüfusumda adın yazılı. Hem de kıyısı köşesi değil. Sur içinden, Sultanahmet! Sarnıcına bile kurban olunası Binbirdirek! Ey her nefesimde beni kendine bağlayan şehir, var mı senden öte aşk? Okumuştum kitaplarında; Sadullah Paşayı yıllarca sürgündeyken Boğaz’ınla dertleşerek bekleyen karısının aşkından büyük olamaz değil mi benimki? Ey İstanbul o zaman aşık et beni! Bana da aşık et, ruhuma en çok değer vereni. Ve bir ömür ayırma İstanbul. Kuytunda, Moda Burnunda, Adanda, Boğazında, Sarayında, Sarnıcında, sinemanda, vapurunda sakla. Ama nolur sakın ayırma. Ellerim üşümesin bir daha ve gözlerim yetsin sevdiğime inandırmaya…

Çisil TOLGA

Yalnızlık Üzerine Notlar 3

Gecelerce ağlardım eskiden. İçten içe merak ederdim; madem seviyordun neden ağlatıyordun biriciğini? Demek ki yeteri kadar sevmedin! Artık ağlamıyorum güçlü bir küçük kızım ben. Büyümedim, değişmedim herkese yalan söyledim! Çünkü senin kırman için bekleyen bir kalp yok artık elimde. Hala kırılgan. Tıpkı bana aldığın o cam küre gibi… Evet, evet tam olarak öyle! İçinde aşk vardı o kürenin! Benimde içimde aşk var ve hiç bitmeyecek! Bir gün aşık olmayı bekleyeceğim mükemmel adam gelene dek. Camdan küremi de kimsenin kırmasına izin vermeyeceğim artık. Kimseye sana güvendiğim gibi güvenemeyeceğim!

Saçlarımı savurduğumda içi yanacak, bana yaşamı güzel kılan adamın. Onun nefes aldığını bilmek benim her saniye yüzümü güldürecek. Gözlerimdeki hüznün sırrını o çözecek. En derin yaralarıma o dokunacak. Ve öyle bir saracak, kollarının arasına alacak ki beni, bir daha zor günüm olmayacak. Şuan sahip olduğum şeyleri kaybettiğimde, kaybettiğim her şey olacak o. Çünkü her şeyim olacak! Adıma şarkılar yazacak. Ben uyurken uyanıp uzun uzun bana bakacak. Öptüğünde, masumiyetle içim ısınacak. Bir bakışı yetecek benim susmama. Bir kaş kaldırmam yetecek yemeği fazla kaçırmamasına. Eee hep genç kalmayacağız, bunun yaşlılığı da var. Benimle ölene dek omuz omuza olacak…

İstanbul kızıyım! Yosun kokusu karışır parfümüme. Beni yosun kokusuyla sevmeli erkeğim. Ki ben de onu her haliyle seveyim. İstanbul’um olsun benim o. Bende onun aykırı Galata Kulesi olayım. Bazen de ulaşılması zor Burgaz Adası. Ya da sıcacık Gülhane Parkı… Ama hep onun olayım. Bensiz bir anlamı kalmasın varlığının. Ondan bahsedenler benden bahsetmeden geçemesin, nasıl İstanbul’dan bahsederken Boğaz Köprüsü olmadan olmazsa. Beni anlatanlar ise onun kucağında nasıl da güzel durduğumu söylesinler, Kız Kulesi nasıl İstanbul’un kucağında dalgalarla sallanıyorsa. Boğaz Köprüsü de ben olayım İstanbul’umun, Kız Kulesi de.

Çisil TOLGA

Aşk Üzerine Notlar 1

Belki seni hiç görmedim belki de tanıyorum… Ama bir gün bir tesadüf olsun ve yanımdan hiç gitme istiyorum. O bal yanaklarının tadı kalmalı dudağımda. Çok üşürsem kış gecelerinde, ellerimi ısıttığını düşünmek ısıtmalı içimi. Bir gülüşün olmalı ki, yetmeli beni en derin kuyulardan çıkartmaya.

Hiçbir zaman taç giymeyecek olsam da prensesin olsam. Ve öyle sevsen ki beni “Senin gibi kız nasıl oldu da bana kaldı” diye takılsan. Gülmeye her başladığımda daha çok güleyim diye beni gıdıklasan. Sana kendi ellerimle yaptığım keki yerken de “ Yaptığın işi tam yap! Şimdi o beceriksiz ellerinle bana kekimi yedir!” desen kahkahalara boğulsak. Sana hiç kızamasam keşke o kadar tatlı olsan. Hatta hiç kızmam gerekmese o kadar anlayışlı olsan. Yakışıklı olmana gerek yok kıskanırım zaten. Bana yakışıklı ol yeter, aklım kalmasın sende…

Ama her şeyden önemlisi “her şeyim” ol! Ama laf olsun diye değil. Hiç doğmamış olan kardeşim ol bazen, bileyim ki hep benimlesin. En yakın arkadaşım ol dertlerimi çekinmeden sana anlatayım. Sevgilim ol! Kaçamağı da seninle yapayım. Can yoldaşım ol, hayatımın sonuna kadar mutlu olayım… Çünkü ben senin her şeyin olacağım.
Çisil TOLGA

Tesadüfler...

Yanağımdan öpmenin heyecandan öldüreceğini bilmezdim. Ve dört gözle bir sonraki görüşmemizi bekleyeceğimi. Sanırım kalbim seninle hayata dönüverdi. Hep biraz çocuktu zaten. Küsmezdi, küsemezdi kimseye, incinirdi sadece. Aşka da küsmemişti demek ki, sadece incinmişti ve senin gelmeni beklemişti.Dedim ya içimde hep bir kız çocuğu vardı. Çok sevdiği denize taş atmaya bile razıydı önceleri. Sen ise o kıza güven veren, ama derin ve açık bir denizsin. Açık denizde yüzmem için bana cesaret verdi gözlerin. Gözlerinden anladım derinliğini de benliğinin. Ve o derinliğin içinde savrulmaya başladım sanırım. Hayalperestim işte, aramızda kilometreler de olsa seninle aynı şehirde nefes alma fikri heyecanlandırıyor beni. Bu yüzden yine yollardayım. Adım yağıyor yine üzerime. Zaten hep yoldayken yağmur yağıyor şansıma. Aklıma bir şarkı geliyor, gülüyorum. “ Üsküdar’a gider iken, aldı da bir yağmur”. Bu da tesadüf işte, tıpkı her yolculuğumda yağmur yağması gibi. Ya da seninle tanışmamız gibi mi demeli? Hiç inanmazdım tesadüflere, sayende son zamanlarda tesadüf bağımlısıyım. Gerçekten bunca şey tesadüf olur mu ya? Bu yazdıklarımı okursan, deliliğimi tescilleyeceksin sanırım. Ama deli de olsam hayalperestte, saman alevi değil sana olan hissettiklerim. Ne olduğunu bilmiyorum, çünkü ilk kez böyle hissediyorum. İki arada bir derede bir his bu, anlatamıyorum. Belki korkuyorum, belki bağlanmak istiyorum. Nerde durduğumu bilmiyorum, sadece seni bekliyorum ve tanımanın keyfini çıkarıyorum. Zaten seni sevmeyi bırak, tanımaya çalışma fikri kelebekleri uçuşturuyor midemde. Yüzüm gülüyor senin yüzünü gördüğümden beri. Bu iyi bir şey mi ne dersin? Bir de merak ediyorum farkında mısın acaba benim için ne kadar özel olduğunun? Nasıl bir duygu bu kadar özel olmak? Senin için özel olmayı dilemek kadar güzel mi? Belki bir gün olur bu dileğim de… Düşüneyim biraz da bunları ve düşündükçe gülümsemeye devam edeyim. Bu sırada Candan da “Bahar”ı fısıldasın kulağıma.

“Yaşanmış baharları unut gitsin sevgilim,
Benim gönül ülkemde bir tek senin aşkın var.
Yaşanmış baharları unut gitsin sevgilim,
Benim olgun gönlümde aşkının telaşı var.
Çünkü sana değdiğinden beri ellerim,
Bütün kış dallarımda tomurcuklar var…”

Çisil TOLGA

10 Nisan 2010 Cumartesi

Ayndaki Kız...

Hani bazen ruhun daralır nefesin kesilir ya.. Hava gri olur evden çıkmak istemezsin ya.. Öyleyim işte bu aralar! Aldığın nefes yük olur, bakışların yaralar ya herkesi işte öyle çekilmezim bu aralar! Ne yemek istiyorum ne içmek. Bir hayal var aklımda; parmaklarımın arasında tüten bir sigara. Dumanı dolsa ciğerlerime, beynimi uyuştursa, bütün kirleri söküp alsa, koparsa.

Baharın eşsiz ferahlığında, güneş ruhumu ısıtırken bu kasvette nerden çıktı? Kanımı donduran bir rüzgar esiyor etrafımda, durmadan ağlayan bir kara bulut var üzerimde. Peki, şemsiyemi tutan şövalyem nerde? Şövalyemden önce aynadaki kızı kaybettim ben. Benim hep yanımda olan, aynamda saklanan o huysuz, tatlı kızı. Ne olursa olsun gözlerinin içi gülerdi onun. Kim götürdü yanında, kim sakladı rüyalarına? Evet, biri saklamış olmalı seni rüyalarında. Sadece rüyalarında seninle avunacak biri üzmüş olmalı seni… Kıyamam küçük kızıma ben! O masum bakışların, tatlı gülüşün artık sadece hatıralarımızda. Geri gel melek yüzlü ikizim! Sen gittiğinden beri açılan yara kanıyor hala aynamda. Bilirim kimse bakmaz sana benim baktığım gibi, onun baktığı gibi. Sakın üzülme! Ben hep yanındayım seni benden götürseler de. Ve o; o beni bırakıp gitse de burada, seni de aldı hapsetti rüyalarına… Ve biz; biz tükendik artık tek kalan sen oldun aynamızda. Büyüme sakın aynadaki kız, büyüme sakın küçük kızım. Sen o masum rüyalarda yaşa! Hayal kırıklıkları giremez nasılsa rüyalara…

Çisil TOLGA

13 Ocak 2010 Çarşamba

Sonbahar

Mevsim sonbahar.. boşluktayım.. rüzgar wuruyor bedenime ama nedendir bilmem acı hissetmiyorum..gözüme kaçan toz taneleri gözlerimi yaşarttı ama inanın ağlamıyorum.. yalnızım.. üşüyorum belki biraz tek hissettiğim bu... ne ceketin var şimdi omzuma atacağın üşümesin diye sırtım , nede söylediğin güzel cümlelerin ısınsın diye içim... yelkovan ilerlemiyor.. akrep günlerdir aynı yerde sanki.. acaba aklımı mı kaçırıyorum? Hayır hayır tüm bunlar için henüz çok genç olmalıyım... en azından tüm filmlerde delirmek için orta yaşa gelmek lazım öyle değil mi? Daha 30uma epey war şükür ki =)) 30uma olduğum kadar sana da uzağım şimdi.. neden yoksun ki burda... oysa kokundan bi nefes yeterdi bana....

Geçenlerde yine böyle sensizken çok düşündm acı çekebildiğim zamanları...acı gerçekten olgunlaştırıyo muydu insanları? Ama onca çektiğim acıdan sonra bile içimde bağırıp duran seni görünce şımaran kız çocuğu nasıl böyle kaldı? Neden acı çeken (yada olgunlaşan mı demeliyim ) insanlar yitirirken masumiyetlerini bu küçücük kız çocuğu içimde nasıl böyle masum kalabildi? Tahminimce senin sewginin ve hatta werdiğin acıların masumiyetiyle o böyle hala...

Düşünüyorum da ne çılgın sewdik biz birbirimizi... bazen çiğköfteyi sardığımız maruldaydı aşkımız bazen oturduğumuz bi kaldırım taşında... eski evimi sana göstermenin heyecanıyla yeni ewimi tasarlamanın heycanı bile karıştı aşkımızda... takmaktan gurur duyduğum yüzüklerimiz wardı hatrlıo msn =)) ne kdr şirindi yaaa... sonra hiç umulmadık bi anda yaşadık kayıplarımızı hemde 1 gün arayla ikimizde hazır değildik oysa bunları yaşamaya... ben hayatımın en katı en muhalif ama en tatlı kalpli parçasının yokluğuna alşmaya çalışırken sen gençlik heyecanıyla istanbula geldiğinde sana kucak açan yuvayı unutmaya çalştın... ben kütüpanede bulduğum bi kitabı sana gösterdm seni wareden yerle ilgili sen gördüğün papatyaları toplayıp bana getirdin =)) minikcik diye tutturdun bende kızdm sna kawga ettik... olcak şey mi bu? İşte o an bnm çocklk aşkım oldun aslnda... çocukluk, ilk gençlik, gençlik, olgunlukkk... bak hayatımın her anındasın işte... sen benim tek aşkımsın yıllardan beri benden uzakta olsanda yaşadın içimde... ama şimdi yanımdasn ellerimi ısıtıyo ellern soğuk kış günlerinde =)) kalbimin seni bulmasndan biraz daha sonra geldn ama geldin ya bnmsin yaa artık herşey kolay seninle...

Çisil TOLGA

Sen!

Sen! Zamanın ve dünyanın bana en büyük hediyesi… Evet, aşkım senden bahsediyorum. Zamanın zamansızlaştığı anda karşıma çıkmış olmandan öte benim bensizliğe yakın oluşumda beni ben yapman seni değerli kılan gönlüme. Yıllardır hazır olmak kadar güzel bir şeydi ansızın yakalanmak sana. Sanki bu ansızlık aslında yıllardan beri boğazıma düğümlenmiş gibi…

Ansızlığın sonsuzlaştığı bir başlangıçtı bu sadece. Artık sen ve ben değildi ruhlarımız, bize yakındı. Ve zamanın birinde biz olacaktı. O zaman gelene kadar kurulacak olan tüm düşler kurulacak, sonra sabırla yapılacak hepsi tek tek. Düşleri gerçekleştirmenin mutluluğu mu olacak bizi ele geçiren yoksa aşkımızın masum mutluluğumu bilemeyeceğiz. Tek bir gerçek olacak başucumuzda, aşık ve mutlu olduğumuz.

İstanbul gibi özgür bir şehrin göbeğine, güzel, planlı, kalabalık gökdelenleri dikmek gibi bir şey aslında aşk. Benim gibi deli bir ufaklığı bile yaşanılabilir kılan bu işte. Bilinen terimleri unutmak, aşkı çiçek almak sanmamakmış aşk seninle. Çiçek almanın, zamanı paylaşmanın aşkın heyecanı olduğunu anlamakmış. Hatta o heyecanı sadece gözlerine bakıp ruhunun en derininde hissetmekmiş.

Seni sevmek, bazen yıllara ya da hayata isyan etmekmiş biraz da. Bunca yıl hayatımda olmayışına kızıp, beni sensiz bıraktığı için sitem etmekmiş hayata. Beni sana vermediği için kendinden de uzakta tuttuğu için hayata bozuk atmakmış. Seni beklerken nasıl da boğazımda düğümleniyor o saniyeler. Beni dizine yatırıp saçımı okşadığın günleri benden uzak tutan o minicik saniyeler. Gidin boğazımdan hadi! Az kalmış olmalı uyanır uyanmaz gözlerinde kaybolmaya.