20 Kasım 2012 Salı

İmzanızı Atın, Özgürlüklerinize Sahip Çıkın!


"Turkcell, cep telefonundan atılacak “EVET” yazan bir SMS’i sağlıklı bir irade beyanı kabul etmektedir. Oysa bugün hattınızın tarifesini değiştirmek için bile iletişim merkezine gitmeniz gerekmektedir. O mesajın, baskı ya da şiddet altında atılmadığından nasıl emin olunabilir? Zaten uygulama küçük çocuğunu, hasta yakınını ihtiyaç nedeniyle takip etmek isteyen bir insanın kullanımına süreklilik sağlamayacak şekilde 1, 6, 12 ve 24 saatlik seçeneklerle takibe olanak tanımakta, her periyod sonunda yenilenmesi gerekmektedir. Bu yalnızca, art niyetli durumlarda kullanıma yol açacak bir uygulamadır. İnsan hayatının, insan özgürlüklerinin bu kadar basitleştirilmesine suskun kalınmamalıdır!" 

Özetiyle ve üyesi olmaktan mutluluk duyduğum ekibin kararıyla bir imza kampanyası başlattık. Şimdi siz duyarlı okuyucular ne mi yapabilirsiniz? Bu linke tıklayıp imza atabilirsiniz. Detayları okuyup aklınıza takılan bir şey olursa sorabilirsiniz. Fikirleriniz varsa paylaşabilirsiniz.

Ayrıca bana ilk dakikadan itibaren destek veren iş arkadaşlarıma, ekip arkadaşlarıma, sosyal medyada paylaşan, dikkat çeken ve imza veren, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm arkadaşlarıma çok teşekkürler. Özgürlüklerimizin ve haklarımızın kıymetini bildiğimiz, güzel günler dinlerim.. =)

12 Kasım 2012 Pazartesi

Turn Up the Night DJ Shadow!


İşten çıkıp gelmiş ve yarın işe gidecek olmasına rağmen, deliler gibi dans eden bir grup… Yaramaz bir çocuk tavrıyla sahnede devleşen bir DJ… Gecenin sonunda imzalatılmış şapkalar, CD’ler, plaklar… Ve mekandan ayrılırken herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme… Kısaca 08 Kasım DJ Shadow Garajistanbul Konseri!



     Yorgun ve aç bi halde koşa koşa Taksim’e gittim. Bu şartlar altında heyecanımı pek hissedemiyordum açıkçası, oysa bi gece önce heyecandan dönüp duruyordum yatakta. Bora’yla Yemek Kulübü’nde buluşup, sevdiğim yemeklerden birini yedikten sonra, Nevizade’ye doğru yürüdük. Malum Fenerbahçe’nin de maçı vardı o gece. Güzel haber ise, konser saatine kadar, maçın ilk yarısını seyredebilecek olmamızdı. İlk yarıda önce Kuyt, sonra Sow yüzümüzü güldürdü. Maçı 2-0 olunca içim rahat, kendimi konsere verdim. Neler mi oldu konserde? İşte ikinci yazımla The Magger’da… İyi okumalar. =) 

Yazımı okumak için buraya tık: Turn Up the Night Dj Shadow
Bora'nın yazısı için buraya tık: Music Level Hard Core: Dj Shadow All Basses Covered

9 Kasım 2012 Cuma

Yeni Yazım Çıktı Taze Taze! Okudunuz mu?

     Tim Burton Nostaljisi: Frankenweenie
   İnsan geveze olunca konuştukları yetmiyor. Bloga yazdıkları da yetmemeye başlayınca haliyle başka yerlerde de yazıyor. Talker, Blogger derken bi olmadığım Magger kalmıştı onu da oldum! =) Geçenlere kısaca bahsettiğim Frankenweenie'yi detaylıca oturup yazdım! Vakit ayırıp okursanız da çok sevinirim... Olur da bi de fikirlerinizi paylaşırsanız prenses olurum. Takipte kalın! =) Muah!

7 Kasım 2012 Çarşamba

Haftasonu için Mükemmel Plan!



   Arkadaşlar aranızda Tim Burton sevmeyen var mı?

   Dönüp baktığımda ortaokul, lise yıllarıma ait en belirgin sahnelerden biri; okul gömleğinin içine giyilmiş Nightmare Before Christmas tişörtleri... Okul, dershane yollarında, henüz moda olmuş postacı çantalar tabi ki Corpse Bride baskılı... Özentisi, gerçek hayran kitlesi, hepimiz sevdik sonuçta kıyısından köşesinden bi yerlerinden! Peki ama neden? Kendi adıma düşündüm...

   Tim Burton! Babamla yaşıt... Belki babamın anlattığı komik ama korkunç hikayeleri bana anımsatması yüzünden çok sevdim. Belki bir animasyonunda Danny Elfman'a çaldırdığı bi piyano solosunun bana hissettirdikleri çok derindi, hala çözemedim. Sonuçta ben bi sinema eleştirmeni değilim, çok iyi bir sinema izleyicisi de. Ama ben bu adamı sevdim! 

   Bu hafta sonu bir filmi daha vizyona girecek. Aslında '84 yapımı (hatta o zaman göre yapılmaz olasıca) 29 dakikalık filminin, elden geçirilmiş ve 87 dakikaya çıkarılmış revizyonu. Yine de bence çok heyecan verici.  Öncelikle elden geçirilmiş şeyleri severim. Sonra... Bu kısmını okumadan geçebilirsiniz fakat anlatacağım. Jüri haftasından çıkıyorum ve jüri kutlamasını bir gece rakı bir gece de Dj Shadow'la yapacağım. Ben de insanım ve elimde patlamış mısırım yanımda sevgilimle arada bir film izlemeye ihtiyaç duyarım. (Nasıl dolduysam, yorulduysam; öfkürdüm resmen.) Bir de kafamda uydurduğum Corpse Bride'ın özellikle bir sahnesiyle içime işleyen tatlı Victor'unun, bu filmde çocukluğunu bulacağım hissi. O Victor bu Victor mu, net değil ama neden olmasın?

   Size harika bir film izleyeceğinizi vaat etmiyorum. Ama havalar da hazır yağmura çamura dönmüşken, haftasonu için yapacak birşeyler arıyorsanız, evinize yakın ıncık cıncık olmayan bir sinema salonu varsa, aklınızda olsun istedim. Benim içim kımıl kımıl o ayrı. =) İyi bi eleştiriniz olursa yazın da kendimi iyi hissedeyim. Mutlu izlemeler size...

2 Kasım 2012 Cuma

Tık Tık Tık

Tık Tık Tık!: Buraya tıklayınca bir şey kazanmayacaksınız, kimse size aşık da olmayacak, rüyanızda evleneceğiniz adamı kadını da görmeyeceksiniz.. Belki onlar büyüyecek sadece..

12 Ekim 2012 Cuma

Aşkın Evi Neresi?


     Uçmak gibi… Ama yere daha yakın.
     Esmek gibi… Ama rüzgara biraz muhalif.
     Koşmak gibi… Ama azcık daha gürültülü.
     …
     Aşık olmak gibi… Ama çok daha güvenli.
     Sevişmek gibi… Ama gözler önünde, utanmadan.

     Yan yana gelince her şeyi yapabilecek gücü yaratan, o üç kelimeyle başlar bu hikaye. “Kayıtsız şartsız güvenmek” Sonra mı? Sonrası uzun uzun yollar…

     İlk denememizdi. Evimizden çok uzak, sıcak bir deniz kıyısı, yorgun günün tatlı gecesiydi. Heyecanlıydım! Korkmuyordum! Daha önce pek çok kez yapmıştım. Ama sen başkaydın… Kollarımı beline doladım. Başımla işaret verdim. Ellerini hafifçe sıktın. Ve olmuştu işte. Rüzgarı yarıp geçiyorduk. Denizin üstünde ışıklar vardı. Sahibimiz olmasına izin verdiğimiz iki tekerlek, egemenliği eline geçirmene izin veriyordu çaresizce. Fethiye’yi okşuyordu tekerleklerimiz. Kalp atışlarım sırtındaydı, kasıklarım kalçalarında. Mutluyduk!

     Bir zaman sonra o günden, minik kaçamaklar yaptık. Kıymetini anlatsam, anlayabilirler mi? Hayatımı, hayatının içine sardın o kaçamaklarda. Pamuklar içinde korumaktan öteydi bu. Kutsaldı. Ölümü yok sayıştı.

     Ve artık her şey hazırdı işte. Kaçamaklar yetmez olmuştu. Tüm dünyaya duyurmalıydı, tek vücut olduğumuzda, geçtiğimiz sokaklara yayılan o hırçın sesi. Sesin gibi…

     Vapurlarla, gemilerle yarıştık. İnanmazsınız ne arabaları solladık! Uçakların altından, trenlerin üstünden geçtik. Geçmişe gittik, geleceği gördük ve hepsini şimdi hissettik. Kıskananlardan kaçtık. Yaşlılardan, gençlerden, hep içinde kalanlardan… Saçlarımın ucu uçuşuyordu kaskın arkasından. Kokun vuruyordu yüzüme, kapatamıyordum vizörü. Ellerin okşuyordu bazen, göbeğini sarmalamış ellerimi. Daha sıkı sarılıyordum. Bazen önümüzde uzanan yola bakıyordum muzurca. Genellikle yanımıza gelip bizi saniyeler sonra terk eden sahnelerdeydi gözlerim. Her kareyi aklıma kazımalıydım. Kazıdım. Ayrıca kıskanan amca ve teyzeleri de kaydetmeliydim. İnince sana afişe edecektim sonuçta.

     Derler ya bir bütün olmak. Büyük laf, yaşanan küçük anlara yüklenen… Yollara, uzun zamanlara söylenmesi gerekir oysa ki. Kasislerden geçerken aynı anda yükselip vuruyorsa kalçalarınız seleye mesela. Mesela o an algıladığınız her şey aynıysa. Ki buna mecbursunuz! Arkadaşına mesaj yazamaz, annenle konuşamaz, makyaj tazeleyemez, O’nunla orda olmaktan başka şey düşünemezsin. Aidiyetin vücut bulması! Vücutların bir bütün olması…

     En gerçek yeridir motor selesi aşkın. İki kişilik bir dünya varsa şayet (hayallerimdeki gibi), işte buradadır. Romantizmin doruklarıdır. Şehvetin, sınırını yok ettiği yerdir. Güvenin, en masumudur. Deliliğin, en gerçek olduğu zamandır. Motor tutku, spor, risk, eğlence, yaşam tarzı, şeytan icadı değildir. Motor, aşkın en güzel, en romantik, en şehvetli, en deli, en gerçek halidir. İki tekerlek, aşkın evidir!


9 Ekim 2012 Salı

Bir Şeyler Yapalım Mı?


    Yazık! Yine! Yine Allah kahretsin! O, bu zengin olsun diye, millet reklamını yapsın, telefon firmaları azcık yemlensin diye yine kadınlar üzerinden ticaret... Küçükçekmece Kadın Sığınma Evi için kullanılmış temiz eşya arayışına duyarsız kalan siz saflar, yolladığınız mesajla 5tl verdiğinizi düşünüyorsunuz. (http://www.siddetekarsiyuzbinsms.com/ )Ne kadarı ulaşıyor ki o kadınların yararına?! Dahası, istedikleri bu mu acaba?

     Hepiniz fazla kültürlü, fazla bilgili kişilersiniz ya... Aranızda ne kariyerler yapmış olanlar var değil mi, burnundan kıl aldırmayanlar?! Kaçınız Mor Çatının yolunu biliyor? Kaçınız bir kadının elinden tuttu? Hiç! Sokak ortasında yok yere tokat yiyen bir genç kıza gördüğünüzde bile "hooop!" diyecek yürek yok hiç birinizde! Şimdi gidin o rahat koltuklarınızdan tweetlerle kurtardığınız hayatlar gibi attığınız smslerle de karısını, sevgilisini, metresini döven herifleri besleyin! Durmayın! Lanet olsun bu ülkeye…

Yine de bir takım şeyler yapmak isterseniz…

Vicdanınızla yapabilecekleriniz için:

Güncel İhtiyaçları: 
-Çamaşır - Bulaşık Makinası       -Yağ         -Şeker         -Salça
-Yüzey Temizleyici      -Çamaşır Suyu       -El Kremi     -Dış Fırçası ve Macunu  
- Çarşaf /Yatak Koruyucu Kılıf      -İç Çamaşırı    - Pijama     - Çocuk Bezi (3-4 Beden)
-Akbil (Yol Parası)       -Islak - Kuru Mendil       -Tuvalet Kağıdı       -Çorap


İlle alışveriş yapacaksanız, otruduğunuz yerdense elinizden gelen:


Gidip konuşup görüp öğrenmek için:


Bir araya gelip gidelim konuşalım, üç beş bişey fazla alalım derseniz ben de burdayım:


Çeşitli il ve ilçelerin kadın dayanışma (ve diğer bazı önemli) merkezleri:

1 Ekim 2012 Pazartesi

Bildiklerim Mutlu Etmedi Hiç!


  Belki de en başından beri gitmeye ihtiyacım vardı. Hep en uzağa, hep herkesten uzağa… En başında sevmek yasaklanmalıydı bana! Belki… Belli ki..

  Bugüne kadar sana ne iyiliğim dokunduğunu düşünürken buluyordum kendimi, mutsuzluğuna çarptıkça. Durdum! Kendime ne iyiliğim olmuştu ki bunca yıldır? Senelerimi, bi kaç günümü, sadece bir gecemi, aylarımı harcayan saçma adamlara? Hiç biri koymamıştı böyle. Hiç bi şeye ihtiyacım yoktu senin iki avucunun arasında başımı hissetmekten başka.

  Küçüğüm. Kolunun altında kayboluyorum.  Boynuna sarılabilmek için parmaklarımın ucunda kalkıyorum. Küçük, kalın bi kafam var! Durmuyor… Uyurken bile üzüyor beni.  Her filmde, her şarkıda, her kelime hatta harfte seni buluyor, bensiz. Yoruluyorum. Yorgunum. Kırgınlıklarım ağır geliyor. Kendi yasımı tutuyorum. Hayallerimin yasını tutuyorum. Hayır, gitmedin… Hayır, hala seni çok seviyorum! Hayır, yaralarım kapanmıyor. Dediğin gibi, belki de Aralık her şey… Ölümlere dokundum, gitmelere alıştım, aldatılmaları kanıksadım. Acımadı hiç böyle. Hiç böyle çaresiz kalmadım. Hiç böyle yaşamamış hissetmedim bugüne kadar. Hiç böyle, sevildiğime inanmadığım için utanmadım kendimden… Hiç böyle içimi çeke çeke ağlamadım!

  Yapacak pek çok şeyim var. Belki de bunlara rağmen çok kısa bir ömrüm. Seninle ömrümün sonuna kadar yapmak istediğim milyarlarca şey var, yanımda olacağını bilemeden fütursuzca kurduğum.  Kelimelerime bile sığdıramadığım bi sevgim var artık. Kalbim yorgun. Ne yanlış, ne sorun, anlamayan bi aklım var. Beklentilerimi sikip attım! Ben sana hiç, yapabileceğim hataları yapmadım! Belki başka pek çok hata yaptım. Ama inan yapabileceklerim geri dönüşü olmaz hatalar olurdu, kendimi iyi kötü tanırım…
Hasta yatağımdan kalkıp bunları neden yazdım? Bilmiyorum. Artık, bilgisiz, inançsız, kanunsuz, silahsız bir insanım. Ve çok zaman önce yapmam gereken bir şeyi yapıyorum şimdi. Yapmama gerek var mı bilmiyorum. Gidiyorum!

  Ben artık okumuyorum. Artık yazmıyorum. Artık kurcalamıyorum. Bildiklerim mutlu etmedi, ben hiç bi şey bilmediğim zamanları özlüyorum! Bilmeyi inkar ediyorum! En azından daha fazlasını bilmeyi reddediyorum. Kırılıyorum. Elim gidiyor.  Daha fazla inciniyorum. Küçüğüm. Dayanamıyorum… Ben aklımın bir sonraki emrine kadar, şimdilik susuyorum…

  Mutlu kalın! Değilseniz olun… Kendimi toparlayana kadar, eski yazılarımı okuyun.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Kim Bilir?


Bir kız çok para kazanmak isteyebilir! Yadırgamayınız...

Almak istediği şey bazen güzel kokan kremler olabilir. Bazen toprak rengi kıyafetler, genellikle siyah... İşe giderken giymeyi ümit edip giymediği pek çok topuklu ayakkabı gibi, bir tane daha beğenmiş de olabilir. Çeyiz hazırlamak muhtemelen tarzı değildir. Tüm bunları düşünürsek bu kız sıradan bir kız da olabilir.

Fakat başka türlü bir kız da çok para kazanmak isteyebilir! Belki de aynı kız ertelediği başka hayallerinin peşine düşmüş olabilir. Bir gün, "fazla yük almadan, sırt çantalarıyla, iki teker üstünde, Avrupa'ya saklanmış, manitasının henüz duymadığı, kendi halinde, harbi custom'cı amcaların atölyelerine gidip onlarla üç beş kelime etmek" de bi hayaldir! Ve bir kız bu hayali de kurabilir. İnanmayacaksınız ama bu kız bu hayali de gerçekleştirebilir! Bi kız belki bu kızdır... Bel(li)ki o adam sensindir! Kim bilir belki de aşk böyle yaşanır... Kim bilir?! Belki biz...

17 Eylül 2012 Pazartesi

İyi ki Doğdum!


25 seneyi harcadım işte bi çırpıda. Kimine göre sikip attım. Kimine göre bi kısmında kayıptım. Ölmek için yalvardığım anlar... Ömrüme yıllar katmak istediğim zamanlar... 24ünde atarlı bir kadın, yaramaz bir çocuk, birlikte olması zor bir sevgili, tahammülsüz bir anne, kaçık bir mimar, sarsak bir arkadaş, cennetten kovulma zebani, cehennemin favori hurisi... 

Sevgilimin "Feleğin çemberinden geçmek mi? Çemberin taşlarını dizmeye yardım etmiş Çisil."iyim ben. Ailemin kendi ayakları üstünde durabilen kızı. Arkadaşlarımın, insanlardan sıkılan, yalnız kaldıkça hayatı daha çok seven, ama her ihtiyacı olanın dibinde biten melankoliği. Michelangelo için uslanmaz bir hayran, Teoman için şarkılarında kendini bulan bir yarı ergen, patronlarımın güvendiği elemanı, pizzanın kendisi için yaratılmış midesiyim ben! 
40 kiloluk bi kum torbası, şeftalilerin altında kalıp ezilmiş bi torba çileğim. Ofiste geçmek bilmeyen saatlerim bazen. Sahilde güzel bi müzikle bisiklete binmek de olabiliyorum nadiren. Çizgilere basmadan yürümek kadar telaşlıyım da. Saatlerce bir puzzle parçasının yerini aramak da var aynamda... İyi değilim! Cool hiç değilim. Kendi halimdeyim. Sevgilimin hallerindeyim. İstanbul'un hallerindeyim.

Her şeyi yerinde öğrendim. Her yaşımda, en çok, İstanbul'un o yaştaki haline benzetildim. Tarlabaşı'nın tedirgin sıcaklığı da aktı içime, Balat'ın unutulmuşluğu da. Maslak'ın ukalalığı olmazsa olamazdım ben. Cihangirin fos kasılışı... Beylikdüzü'nün savuran rüzgarı da bünyemde, Cadde'in uzayıp giden kendini beğenmişliği de. Ve daha saymadıklarım, kendime sakladıklarım. Benimle yaşadıkça, ben yaşlandıkça, benimle beni anlayanların gördüğü her şey!

Bildiğim bir şey varsa bunca yıl sonra gördüğüm kendime bazen kızsam da, yaptığım hiç bir şeyden, olduğum insandan hiç pişman olmadım. Yapılmış olan ve daha yapılacak olan kutlamalarla mutluyum! Etrafımdaki insanlarla mutluyum! İyi ki doğdum.

NOTLAR: Doğum günümde yanımda olan tüm arkadaşlarıma ..
Doğum günümden bi önceki gün, manitamı da alet edip bana evde aile içi sürprizi hazırlayan tatlı aileme..  
Doğum günüm için, önceki bir doğum günümde, tam da kalbimizdeki kıpırtıların başladığı yerde, sevdiğim herkesle bir organizasyon yapmaya çalışan bitanecik düşünceli sevgilime..
En kocaman teşekkürler! =)

8 Ağustos 2012 Çarşamba


Gözlerimizin içine baka baka yalan söylüyoruz! “Beni sev”lerimizi saklıyoruz “Seni seviyorum”ların içine.
     Köpekler gibi ihtiyacımız var sevilmeye. Kemiklerimiz, kaslarımız, kanımız hep bunun için var. Kıvır kıvır ya da düz saçlarımız… Her tonda kahveli çikolata gözlerimiz, buzdan soğuk mavilerimiz…  Seksi, ciddi gözlüklerimiz… Körü körüne inandığımız ya da laf olsun diye takıldığımız tarzımız… Hepsi azcık okşansınlar, azcık dikkatle bakılsınlar diye aldığımız nefesten nasipleniyorlar. Hepsinden çok sevilmek için, farkımız olmak için üstümüze başımıza yapışıyorlar. Sadece tek olmak için!
O gider, harabeye döneriz.
Hayatımıza teğet geçer, iki bilemedin üç anı bırakır, çatlaklar açılır ruhumuzda.
Aklımızdan geçer, gider,  kor oluruz.
     Belki o iki üç anıdan biri, en derinine dokunmuştu. Belki uzun zamanlar sonra ilk güvendiğin oydu. Belki kimselere anlatamadığın o zor saatlerinde bir o yanındaydı. Azcık kaldı, soluklandı, gitti. Belki uyanmak istemediğin günlerin sabahında, onun mesajı vardı. Belki yoktu! Belki bir şehrin anlamı oydu, belki adı. Belki bir aydı, belki ayın da adı ondaydı. Belki kimsenin sormadığı o saçma soruyu ondan duymuştun. Belki sadece kokusunu duyabilmiştin. Belki yıllarındı. Belki tüm doğum günlerin ya da hiç biri, iki gün öncesi, iki gün sonrası… Tanıdığın en çirkin insan olmadığı gibi belki en güzeli de değildi. Belki gitti. Belki hep seninle, hep senin, hep onun olacaksın.
     Bir de umutsuz adamları olacak hayatının! En iyi senin tanıdığın… Hiç unutulamayacağın… Hep iyileştirdiğin, hep sakinleştirdiğin… Dokunduğun yeri güzelleştirdiğine inanan… Gitmek isteyen, giden, gitmesi gereken... Ve pişman olan! Gidince ona ne olacağını bildiğin… Kendini dönüşü olmayan yerlere sürmüş… Aslına bakarsan güçlü, canlı, hatırlayabildiğin kadarıyla tanıdık. Hatırlanıp hatırlanmadığını merak eden… Tek zayıf noktaları “sen” olan! Yerli romantik gözyaşlı filmlerdeki adamlardan… Entel, kıro, deli, cahil, sakin, öğrenci, tam… Yalnızca bi kere olsa bile sana güzel bakmış olan… Hiç karşılaştırmasan da hissedeceğin, ait olduğun, olacağın adamdan farklı! Farklı!
     Çünkü o en sevdiğin adam! “Seni seviyorum”lara boğup karşılığında bi “ben de seni…” beklediğin! Çekinmeden sana yalan söyleyen. Çekinmeden, ona aşık olmana, seni sevmekten çok ihtiyacı olduğunu gizleyen! Saçını gözleriyle okşaması yetmeyen! Gözlerinin kokusunu almasını beklediğin… Çekinmeden yalan söylediğin. Çekinmeden, sana aşık olduğunu bilmeye ihtiyacın olduğunu gizlediğin! Sevmekten çok, seni sevmesine ihtiyacın olan o adam o! Çünkü zaten köpekler gibi sevdiğin…
Ç.

18 Temmuz 2012 Çarşamba


Bir kadının dilinden.. Varlığından ve yokluğundan korkulan tüm kadınlara ait. 
Dünyanın en gerçek şarkısı. En bana ait.

17 Temmuz 2012 Salı

Ne Güzel Sürpriz Bu Böyle...


 Sonsuz hikayeme hoş geldiniz.

 Sandığınız gibi baştan değil son birkaç günden başlayacağım anlatmaya. İçimde büyütme yeteneğim var benim. Olanaksız düşünceler bile devleşebilir aklımda. Nihayetinde bana yer kalmaz içimde. Ama bir şeyler değişti!

Dün onu aradım, aşık olduğum adamı. Belki de aylardır yapmam gereken o konuşmayı yaptım. Kendimce çözmeye, bastırmaya çalıştığım kırgınlıklarım, korkularım, sakladıklarım ve saklayacak olduklarım. Bilmeliydi hepsini. Artık biliyor. Kimse de bilmiyor ki bavulumu hazırlıyordum. Onu kıracağımı biliyordum, dayanamazdım kırılmasına, uzaklaşmalıydım.

Telefonu kapattık. Duşa attım kendimi. O bildik film sahnelerindeki gibi hıçkıra hıçkıra ağladım iki gündür üst üste yaşadıklarımın tümüne. Telefonumun varlığı aklımda bile değildi. Nasılsa çalmamış olacaktı! Hani biri seslenmiş gibi olur, evde yalnız biri için ürkütücüdür aslında. Bu kez korkmadım! Telefonumun varlığı düştü aklıma. İki kez o, bir kez de annem aramıştı. Ona duymadığımı belirten bi mesaj yazdıktan sonra, anneme her şeyin harika olduğunu anlattım. Mesajıma cevap gelmiyordu, sıcak bi mesaj beklemiyordum ama yapmazdı böyle… Aradım. Açmadı. Yemek yemeliydim, kendime gelmeliydim ve daha bir sürü şey yapmalıydım!

Kapı çaldı! Bilen bilir, korkarım ben beklenmedik anda çalan kapıdan. Delikten dikkatlice baktım. Tehlikede olabilirdim, yine de sakin olmalıydım. O’ydu! Kaskı, dizlikleri, yüzünde endişe… Ne diyeceğimi bilemeyip saçmalamıştım yine. Kırgındım, kırmıştım. Telefonu duymayınca merak edip gelişiyle bir daha anladım ki, onsuzluk diye bir şey yoktu. Onsuzluğun fikri bile yoktu, olamazdı da. Kırgındı, kızgındı, ümitsizliğe kapılmıştı her şeyden önemlisi hak verse de vermese de kırgınlıklarımın farkındaydı artık. İç hesaplaşmamdan bahsetmek istemiyorum.

Aslında… Biliyorum ki bana hala kırgın. Bilmiyor ki iç sıkıntıları yersiz. Biliyorum tedirgin. Bilmiyor ki gereksiz…  Biliyorum ki bu sonsuz bi hikaye. Bilmiyor ki sonsuz, bensiz olmaz!

Ç.

15 Temmuz 2012 Pazar

Zamansızlaşmaya Dair


Zamanın anlamsızlığını sorgulamalarımı bilirsiniz. Sıralamaların bazı bazı yersizliğini, bazen de gerekliliğini. Hani istediğimiz gibi dizebiliriz ya taşları, olayları, insanları. Ama sihirli değneğimiz yoktur. Suyun kenarına yapmasak da kaleyi, bi kova su boca edilebilir üstüne. Engel olamayız ya hani, ilk damla değmiştir tepesine. İlk damla düşmüştür içinize, bi söz değmiştir merakınıza durduramazsınız kurcalarsınız ya. Ben de yaptım!

Hep merakımın bana yaradığını söylerdi arkadaşlarım. Ben aşık olmadan önce pek, böyle aptalca saçmalamazdım. Saçmalamalarım keyifliydi, doyamazdı kimseler.  
Yine bilen bilir ki aşık oluşumu da kabullenememiştim, dibe vuruşum gibi. Ara ara düştüğümü sanmama rağmen dibe vurmak ağır gelmişti. Biraz garipleştim. Kendimi çok özledim. Olgunluğumu, çocukluğumu, yorgunluklarımı, ödüllerimi, başarılarımı… Öğrendiklerim de ağır geldi, kendime duyduğum bu özlemin üstüne. Hırçınlaştım. Artık durmak istiyorum! Duydunuz mu?

Gördüklerimle, hayal kırıklığıyla karışık mutluluk yaşadım bugün. Derimin yüzülmesiyle iç içe huzur… Akan yaşlarımın biriktiği bir gülümseme… Bi defteri kapadım sanırım kafamda, çok önceden yapmam gereken. Bundan sonrası da kolay olmayacak biliyorum. Ama o yanımda olacak. Şimdi sarılamasa da, biliyorum akşam sarılıp öpe öpe uyutacak beni… Bugüne kadar hep olduğundan daha içten, sonraki günlere örnek… Artık harfler karışmayacak. Ön söz bitti. Bu okuduklarınız, sonsuz bi hikayenin ilk cümleleri…

Ç.

18 Mayıs 2012 Cuma

Pekala...


Pekala, bunca zaman sonra çemkirmek için buradayım! 1 Mayıstan beri hayatımda olanları kavrayamadığım doğru. Yazarak çalışmanın faydalarını gördüğüm gibi, yazarak kafamı derleyip toparlamanın mümkün olduğuna inandım.

1 Mayıs günü, kendimce trajik bir güven sarsıntısı yaşayarak hayatta kendimi bok gibi hissettim. Ve zaten ben çok sakin bir insan değilim. Aniden parlayıp kırıp dökebilirim. Ani şeylere verdiğim tepkiler ise ortadadır zaten. Sonuç = Kendimce olan trajedi çevreme de bulaştı! Korkunç bi hata yaptım! Gülmeyin… Kendimi kaktüs gibi hissettim! Öyle ortada kalınca tek başıma, dikenlerim fırladı tüm vücudumdan ve dehşet saçtım. Burada suçun bende mi beni kaktüs yapanda mı olduğunu tartışmayacağım. Bildiğim bişey varsa sorun ikimizdeydi!

Bu kaktüslük dönemim sürerken, benim minik bebeğim ananemin varolan hastalığına sos kıvamında eklenmiş bazı şikayetleri nedeniyle hastane kaktüslüğüne terfi ettim. Yapılacak tahiller ve koşturmalar için tabi ki gönüllüydüm. Fakat bilirsiniz hastaneler sinir bozucudur. Ve (o zaman bilmesem de şuan) bildiğim bişey daha varsa henüz benim sinirlerim tam anlamıyla bozulmamıştı!

Hastane kaktüslüğünü itip çekip üstüme uydurmaya çalışırken fark ettiğim ve unutmaya karar verdiğim bi gerçek vardı ki, diplomamı almak için çizmem gereken bi proje vardı. Ne yazık ki, sevgilime kırgın, ananem için hastanelerde koşarken projemi düşünecek rahatlığa sahip bi kız hiç olamadım! Projeyi bıraktım. Eminim! Son kararım!
Dönelim kaktüslüğe… Bilen bilir, kırılınca çabuk toparlanamam ben, nazlatılmam gerekir. Ama sevgiliniz sizin hayata siktir çektiğiniz zamanlarınızı biliyorsa, nazlatılmaktan hoşlanmadığınızı falan düşünecektir. Ya da vakti olmayacaktır bilemiyorum, işin o kısmı hayli karışık.

Derken hastane kaktüsü olduğumu refakatçi kartımla tescilleyip, ananemi hastaneye yatırdık. Sandığımız sos, başlı başına bi yemek haline geliyordu. Ve hayatınızda, çocukluğunuza dair yaşayan tek şey ananenizse ondan vazgeçmekle, onun acı çekmesini istemek arasındaki ince çizgi sürekli olarak boğazınızı sıkabilir. Hele ki gerçek bir küçük çocuk ise… Bu konuyu geçelim! Doktorun benim yorgun göründüğümü düşünmesiyle eve döndük şimdilik…

Eğer sevgilinizle aranızın düzelmeye başladığı dönem, refakatçilik döneminizse, muhtemelen “benim için üzüldü, sevdiğinden değil” fikrine kapılabilirsiniz. Bence doğal! Ben kapıldım en azından… İyi niyeti görmemi engelleyen bi güvensizliğim var, geçmiş kaynaklı, gelecek tescilli! Eve döndüğümüz tarihi takip eden zamanda sevgilimin çok zamandır ertelediği ve çok istediği şeye vakit ayıracağı kesinleşti. Proje teslim tarihimin öncesindeki iki gün! Ve tesadüftür ki bu sürede kalacağı yer, tam da güvenimin sarsılmasına neden olan yerdi. Projeyi bırakmaya karar vermiş olsam da, sevgilim ve ailemin ikna çabalarına dayanamayıp ara ara yaptığım çizimler beni kurtarır mı sorusu kafamda yankılanmaya başladı. İnsan 15dk’da bir fikir değiştirir mi? Ben değiştirdim. Teslimden önceki gün, canım arkadaşlarımdan birinin ummadığım anda gelen telefonu ve yaptığı organizasyonla projemi yetiştirdim! Hayatımda ilk kez bi arkadaşım benim için böyle bir şey yaptı. Şoku hala atlatamadım. Canımı yakan, sevgilimin bazı şeylere karşı umursamaz ve kendini haklı gören tavrının yanında, arkadaşımın kendini nasıl parçaladığıydı! Dikenlerim henüz tam kaybolmadan tekrar çıktı…

Eğer mesele kabul etmekse, detaycı ve takıntılı bi insan olduğumu kabul ediyorum. Fakat buraya en başından beri yazdığım üzere, omzuna yük olacağım değil, arada dizlerinde dinlenebileceğim adamı hayal ediyordum. İhtiyacım olduğu an keyfi meselelerle uğraşıp, sonra “zorunluluktan öyle yaptım, sanki keyif içindi” diyerek beni suçlamak, yaptıklarıyla yaşadıklarıyla yetinmemek sadece dikenlerimi sivriltti. Ayrıca jürimde yanımda olup mutlu ederken, sonrasında jürimin kötü geçmesiyle ilgili yine beni suçlamak diken sayımı çoğalttı. Yani her an daha tehlikeli bir hale geliyorum. Bu beni yıprattığı kadar onu da yıpratıyor.
Ve bu hale geldikten sonra iyi birşeyler olması için kıçımı yırtarak bir tatil planlıyorum. Sorun şu ki yolculuk denince, senin daha önce yolculuklarınla ilgili kurduğun cümleler aklıma geliyor. “Lanet olsun” diyerek ülkeyi terk etme kararı alıyorum! Tabi ki kıçımın üstüne oturuyorum… Önce dikenlerimden kurtulmam gerekiyor. Beni sevdiğine yine inanmam gerekiyor. Eski kurulmuş cümleleri, kafamdan silmen gerekiyor. Bunları yapmak ya da istemek için gücümün kalmayışı da durumun bonusu. Bildiğim bi şey varsa, erkeği kadınından daha fazla heyecanlandıran bişey varsa, o kadın sevilmiyordur. Hele ki bu adamın ne kadar heyecanlanabildiğini bilen bir kadınsa…

Bu hafta sonu, son enerjimle dikenlerimi görünmez kılıp, beni çok sevmeni dileyeceğim… Siz de bana şans dileyin! Kafanızı siktiğime göre ve çoğu kişi bu yazdıklarımı okumadığına, ben kendimce terapi yaptığıma göre… Bundan sonra daha sık ve kısa yazacağıma söz vererek... İyi geceler… 

Ç.

23 Nisan 2012 Pazartesi


Bazen durup, susup, düşünmeden, derin derin bakarak diyorsun ya. “Bana o kadar çok benziyorsun ki!”

İşte her şey tam da o yüzden! Gitmemden korktuğun kadar giderim ben, kalmamı istediğin kadar kalırım. Sarıldığın kadar kokun siner üstüme. Okşadığın kadar yumuşar saçlarım. Aldattığın kadar aldatılırsın. Kıyamadığın kadar kıyılmaz, kırılmazsın. Kırınca gönlümü almazsan yaralarım büyür, kapanmaz olur. Hiç bırakmayacak gibi seversen, hiç bırakılmazsın sevgilim. Ben sevdikçe şımarmıyorsan, beni sevdikçe de şımarmam. Kenarlardaki ışıklı tabelalara kanmayacağını biliyorsan, bilirsin ki ben de kanmam. Sen bana koşarak geldikçe, ben dizinin dibinden ayrılmam… Kelimelerin, sesin, belimi kavrayışın yazar bizi.

Bi paragraf olursak haksızlık olur. Ciltlerden taşmalıyız! İnat et, aşık ol, bağlan, sev, huzur bul! Hatta hepsini yap! Ama sakın vazgeçme, olur mu sevgili?

Ç.

Tüm başarısızlıklarımın sonucu olarak, kendi kendime cezalıyım! Evet, bu başarısızlıklar elimde olmayan sebeplerle kafama geçti. Evet, bunları hak etmedim. Hayır, ağır bir trajedinin de kurbanı değilim.

Cumartesi gecesi, annemin doğum günü sebebiyle çıktığımız yemekten sonra hiç dışarı çıkmadım. Günler geceler boyu çizim yapıyorum. Beğenmeyip başa sarıyorum. Fikir aldığım kimse yok. Aslına bakarsanız fikir alabileceğim herkes çoktan mezun oldu. Tahmin ettiğiniz üzere bu çok canımı yakıyor. Her şeyi başından anlatabilmeyi o kadar çok isterdim ki… Sorun şu ki, bunu sevgilime bile yapamıyorum.

Hani doğru zaman derler ya, o benim hayatımda hiç gelmedi. Yükseğe başlayacakken mezun olamadım. Belki de evlenmeme ramak kalmışken ayrıldım. Fransaya gidecekken ailemin dizinin dibinde kaldım. Hepsi de elimde olmadan oldu. Yine de yanarsam bi mezun olamadığıma yanarım o ayrı. Şimdi bakıyorum hayatla ilgili o kadar tuhaf hayal kırıklıklarınız var ki… Onları gördükçe üzülüyorum. Ve büyük itiraf geliyor, şu sıralar sık sık zırhımı kuşanıp ağlıyorum. Yaşadığım onca hayal kırıklığından sonra, ufacık şeyleri bile kaldıramaz oldum. Bunun en büyük sebebi ise, yaş-la-nı-yo-rum!

Ailem ve bitanecik sevgilim… İnanın varlıklarıyla ilgili yorum yapamıyorum. Yoklukları sonum olurdu biliyorum.  Hani bazen “hiç olmasaydı beklenti içinde olmayacaktım” olur ya. Hani herkesin yaşadığı şeylerin arasında, sizin hissettiklerinizi unuttuğu zamanlar olur ya. Hani sizin tek gördüğünüz insan yüzleri onlar olur ya. Hani sadece onların sevgisi ayakta tutar da, gösteremeyecek kadar meşgul olduklarında siz hayal edersiniz ya. Hani bazen ölsem haftalar sonra fark ederler dersiniz ya…

Kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum anlayacağınız. Elimde olmayan sebepleri s.ktr etmeyi çok istiyorum! Bi elimde bira şişesi, diğerinde sigaram İstiklal’de arkadaşlarımla sabahın 4’ünde yürüdüğüm günleri çağırsam. Ya da yazlıkta kimseyi umursamadan tramboline etekle dalıp, firikik vermeden, çocuklarla zıpladığım zamanları… Çok geride kaldı ama, Dark Tranquillitiy önünde headbang yaptığım haftasonunu… Babamın eve her akşam gelirken getirdiği Kinder Surpriseları, bir dede klasiği Napolitenleri… Senin kimseyi sevmediğin yaşları…

İnsan mutsuzken kafasına kötü her şey üşüşür. Olmayan ya da hiç bilmediği şeyler bile… Ve kafamda çok fazla tanımadık yüz, bilmedik sahne, yaşanmadık olay var. İçten içten yanarsın ya. Ve hiç bir şey geçirmez işte. Akla gelince öpmeler, sevmeler, tatlı sözler… Her gün daha çok acıyor… Artıyor. Artıyor. Artıyor… Artıyo.. Artı.. Art.. Ar..


Ç.

10 Nisan 2012 Salı

Düğümler var. Boğazımda bir sürü düğüm. Çözülmüyor! Süzülmüyor da… Yutkunmak da çarem olmadı. Boğazıma geçirmediğim ilmeği, yumak yapıp yutmuş olmalıyım. Uzun ve acılı bir son seçmişim kendime…

Hayır, kendimi öldürmek gibi bir niyetim yok. Hayır, seni terk etmek gibi bir niyetim de yok. Kaçmak istiyorum. Lanet olsun, bilmezsin uzun gece otobüs yolculuklarına bayıldığımı. Sırt çantamı alıp gidişlerimi de bilmezsin. Ama senden okumak istemiyordum ki o heyecanlı kelimeleri. Cam kenarını bana ayırmamıştın buna eminim, omzuna yaslanıp uyuyan ben değildim… Ne kadar istesem de artık sen olmayacaksın yan koltuğumda oturan. İstemeyeceğim seni! Aynı heyecan bütün gece tavanı izlemene neden olmayacak… Ve bu bana tavanımın tüm hatlarını ezberletecek gecelerce…

Sakındığın her kelime yastığımdan bi parça götürecek. Hayatımdan onlarca dakika… Yüzüme yaşlar düşürecek çok zaman. En zoru görmediğim yerlere olacak. Küçük küçük yaralar açılacak kalbimde. Sakınmaya devam edeceksin, küçükler büyüyecek. Kabullenmeyeceksin, yenileri eklenecek. Yaz gelecek, kış olacak, yüzeceğiz, yürüyeceğiz, dünyanın en güzel anlarını yaşayacağız belki de… Ama içimde küçük yaracıklar olacak. Parmakların kadar minik... Kapanmayacaklar. Hiç! Susacağım yeni yaralar açılmasın diye. Fark etmeyeceksin.

Daha da kötüsü ne biliyor musun? Belki gözüne çarpacak ve okuyacaksın bu yazdıklarımı. Ve ben sırf bunları yazdım diye kendimi, okuyup değiştin diye seni hiç affetmeyeceğim.

24 Şubat 2012 Cuma

Erkekler hayatlarında uzun süre kalan ilk kadına aşık olduklarını zannederler. Ve sonrasında kurulan cümle “Bir daha aşık olmayacağım!”dır. Ve yine sonrasında hayatlarına giren tüm kadınlara aşık olmadıklarını ve olamayacaklarını düşünüp sürekli huzursuz bi hava yaratırlar. Bazen pişmanlık bazen özlem duyarak aslında çok da değeri olmayan o geçmiş yüzünden, hak ettiği değeri vermez çokça zaman hayatının kadınına. O kadınlarsa, bilirler bunu, içten içe kıskanırlar, üzülürler… Gün gelir kadın da düşünür ilk uzun ilişkisini. Bu bir kısır döngüyse, o adam da ömrünün sonuna kadar, sadece ona aşık olacağını düşünmektedir. Kavgalar başlar… Karşılaştırmalar.. Ve mesele şu ki bunların hepsi yalan! Erkeğin de kadının da ne ilk uzun ilişkisi ne de ilk yattığı kadındır/adamdır aşık olduğu. İnsan acemisi olduğu bişeyi en üst seviyede yaşayamaz. Hissedemez de… Mümkün değil! Ne zaman ruhunu olgunlaştırabilir insan bilmem onu. Ama biliyorum ki ilk uzun ilişkide olgun değildir ruh. O uzun ilişkinin bitmesi gerekir olgunlaşması için. Aşk nedensiz de olsa, zamansız da olsa ruhunu birine katma işidir, farkında olmadan. Ve dediğim gibi, onun ruh olması için önce olgunlaşması gerekir. Acemi telaşlarınızı, ilk uzun heyecanlarınızı, yediğiniz kazıkları aşk sanıp da kendinize ve ruhunuzu kattığınız insana haksızlık etmeyin. Hiç aşık olmadığınıza emin olarak yaşayın. Ki gerçekten aşık olduğunuz zaman bunu anlayacak kadar ayık olun…

18 Şubat 2012 Cumartesi

Düşüyorum!

Bazen beklenen lanet olur! Akvaryumdan dışarı atlamış, son anda kurtarılmış ve parkeye düştüğü tarafını kontrol edemeyerek yüzen bi balık gibiyim.

Tek kişilik hayatıma dair kurduğum planlar bir adım ötemdeydi. Bu planlar için reddettiğim adamlarsa hiç umurumda değildi. (Özür dilerim hepinizden) Benim evim olacaktı, benim yaşantım işte hemen parmaklarımın ucunda. O geceye kadar her şey böyleydi işte. Sıfır sorumluluk, sonsuz mutluluk…

O gece sen çıktın tekrar karşıma. Doğum günümde olması için dua ettiğim, olmaması için uğraştığım her ne ise oluyordu işte. “Kal” diyordun. Ellerini tutup “Peki” demek için düşünmüyordum bile. Sildim attım o sempatik 1+1’lerin hepsini kafamdan. Renkli banyo dolaplarını da… Evet, bi sevgilin vardı. Bitmiş sayılsa da bir zaman önce, sorumlu sayılırdın kısmen. Bense kötü bir kızdım artık, bir kızın mutsuzluğundan sorumlu. Çok suçladım kendimi çok fazla… Sana günlerce mesaj mail atmasına göz yumacak kadar. İş yerine gelip seni zor durumda bırakmasına fırsat verecek kadar. Hatta bana kalkıp “bi yüzyüze görüşeyim mi konu kapansın?” demende dönüp gitmeyecek kadar çok suçladım kendimi. Sonra affettim. Ben kötüydüm bunu biliyorum. Bi o kadar bencildim de… Hayatımda tek iyi giden şey sendin. Ve kimsenin, mutluluk içinde yüzerken, hırsı, egosu uğruna kendimi en dibe itmeyecektim! Şimdi alkışlar bana… İtiyorum!

Önce babam ameliyat oldu. Şükür ki iyi… Patronumdan izin istemenin işkenceye dönüştüğü günlerdi. Kar yağıyordu ve saatlerce süren en az 8 araçlık yolculuğumda perişan oluyordum. Maaşım dalga geçer gibiydi. Okulu bitirip bitirmediğim belli olacaktı. Oldu… Kaldım! Hala mezun değildim. Bahane edip işten ayrıldım. Düzenli bi işe giremeyecektim. Onca zaman kendi paramı kazanmaya alışmışken harçlık sistemine dönecektim. Kimseye hesap vermemek için kendimi eve hapsedecektim. Tahmin edin ne oldu? Çıldırdım! Daha bir ay önce “kendi evim” diyen kız harçlık alıyordu. Uçurumun derinliğini kestiremiyorum. Bildiğim bişey varsa hala düşüyorum.

Hala hayatımdaki tek iyi şey sensin. Bu yüzden seni sıkan her neyse onu lanetleme çabam. Bu yüzden şebekliğim sana karşı. Bu yüzden sana tutunmaya çalışmam. Tabi ki buna izin vermek zorunda değilsin. Hatta ileri gidersem çekip gidebilirsin. Hepsini biliyorum. Henüz gitme zamanının gelmediğini de biliyorum. Yalnız savaşıyorum. Durup dinlenemiyorum. Hesaplaşmalarımı bitiremiyorum. Bazen sadece sana sarılıp ağlamak istiyorum. Bana sarıldığın geceler gerçekten uyuyorum. Onun dışındaki her gece kabuslar, bölük pörçük rüyalar. Hayatını mahvetmekten korkuyorum. İnan senden çok şey istemiyorum. Aslına bakarsan ne istediğimi ben bile bilmiyorum… Dibe seni de çekmeyeceğim. Ama asla bırakıp gitmeyeceğim de. Bildiğim tek şey mutlu olduğum tüm anlarda senin katkının olduğu. Seni seviyorum.

Ç.

13 Ocak 2012 Cuma

Dalga geçiyordum hayatla. Öyle böyle değil! Kitaplar bitiriyor, her gün 150km yakın yol yapıyor, çalışıyor, okuyor, yazıyor, çiziyor, dinliyor, akıl veriyordum. Bilirsiniz yiğitlik ve sürdürmeme meselesi ile ilgili şeyler işte. Akıla ihtiyacım olduğu anlaşılsın istemiyordum. Bir yol vardı. Ben çizmiştim ve burnumun dikine dikine gidiyordum. Kime neydi ki?! Gidecektim ve her şey kalacaktı, bitecekti, yok olacaktı! İşte her şeyi böyle sıralayacak kadar doluydum. Ve gülümsüyordum sadece…

Doğum günümdü, içip kusmuştum. Her şeyi geçtim de günlerce anason koktum. Lanet! Ne vardı o kadar içecek? Birilerinin sahip olamadıkları adamlıkları için mi içmiştim? Karşımda oturan ve sözleri içime çöküp kalacak şarkıyı isteyen adam için mi? En yakın arkadaşım “Huysuz ve tatlı kadını” istedi diye mi? Elimde tuttuğum balon bu tablonun neresindeydi? Ya hediyelerime eklediğim güllerim? Emin değilim. İçtim ya işte. Beni toplaman için de baskı yaptım ya… Pişman değilim! Ama attığın maillere cevap veremeyecek kadar utangaçtım o da ayrı.

Yılbaşı için attığın maili yılbaşının ertesi günü görecek kadar koşturuyordum. Yorgundum. Hakikaten yorgundum. Bilmiyordun… Ben de senin yorgunluklarından habersizdim. Yılbaşından bi gün önce aynı mağazaya farklı saatlerde girdiğimizi bilmiyorduk. Öğrenecektik. Seni merak ettiğimi de bilmiyordun mesela, bunu önemseyeceğini de bilmiyordum. Bildiğim tek şey o gece orda olacağın ve seninle konuşmayacağımdı. Arkadaşlarımın arsında kurduğum küçük kaleme sığınmıştım. Ta ki sen yanıma gelip “Pardon güzel bayan tanışabilir miyiz? Aaa bu bizim Çisil’miş.” diyip gülümseyene kadar. İçime yayılan duygu neydi bilmiyorum. Güzeldi ve sorumlusu votka değildi! Fazla bulup getirdiğin sigarayı kulağımın arkasına takmaya çalışmanla ilgisi olabilir belki.

Üşümeyi pek sevmem öğreneceksin zamanla. Ama o gece iyi ki üşümüşüm ben. İyi ki yağmur yağıyormuş.  İyi ki o hatun eve gitmek istemiş, iyi ki sigaram yokmuş, iyi ki herkes sarhoşmuş…  İyi ki yeni yıla bi takside 110km hızla girmişim, İstanbul’un tüm havai fişeklerini izleyerek. Keşke sende olsaydın diye geçirmemiştim içimden. O gecenin sonunda keşke hep yanımda olsan diyeceğimi bilmiyorum. Hatta gecenin sonunu bulmamış olabilir. Kucağına alıp koşmaya başladığında ya da parkta topuklularla şebeklik yaparken de düşünmüş olabilirim. Bir gece de 5 senelik eğlence yaşadık. Anlam veremedi kimse. Haklılar! Onlar sana bana bizim baktığımız açıdan hiç bakmadılar…

Bazen suçlu hissediyorum, bilirsin. Bazen korkuyorum… Bazen hak etmediğimi düşünüyorum mutlu olmayı. Gitmeyi unuttuğumdan mı, özlemeyi hatırladığımdan mı, kalemlerimden daha çok mutlu eden bişey olduğundan mı bilmiyorum kıpırdayamıyorum. Artık ülkeler anlamsızlaştı. Kelimelerini oyuncak ettiğim dili bile konuşamıyorum, görüyorsun. Topukluyla yarışa giren kız, conversele düz yolda yürüyemiyor.  Karşıdan bakınca hep susacağı düşünülen adam dünyanın en güzel cümlelerini kuruyor. Hadi ama noluyo böyle?

Her neyse! Bilmiyorum… Belki de biliyorum ve susuyorum… Emin olduğum bikaç şey var ama.  Sana sarılmanın ne kadar güzel olduğu, gülerken içimden bişeylerin uçup gittiği, hep benimle olman gerektiği gibi basit şeyler aslında. Yüzüme bakınca gördüğün hep… İyi ki bu kadar bensin sen… İyi ki bu şarkı var. Bizim için yaratılmış bişeyden alacağımız güç lazımdı belki. Ve onu bulduk. Ve beni gördün. Ve seni fark ettim. Ve iyi ki geldin!

Ç.