27 Eylül 2010 Pazartesi

ZıtlıklaR

Okul yolunda, otobüslerde konuştururdum kahramanlarımı. Bana kendilerini anlatırlardı her gün, sessiz sessiz, bakışlarıyla. Çok insan tanıdım böylece, çok hikaye duydum. Ama hepsi bir noktada aynıydı işte. Şefkatinin gücüyle, nefretini besleyip büyüten bir kadın… Ya da ruhunu egosuna teslim etmiş bir erkek… Çocuklar bile masumiyetlerinin ardına gizlemezler mi yaramazlıklarını? Küçük hanımlar tevazuu gösterirken bile kibirlerinden vazgeçmezler. Küçük beyler ise esaretlerinin sınırlarında yaşarlar özgürlüklerini. Herkes aynıydı işte bu ufacık ayrıntı karşısında. Onları var eden, içten içe de kemiren bu değil mi? İçlerinde yaşadıkları ve yalnızca ruhlarına dokunduğunuzda anlayabileceğiniz zıtlıkları…

Tıpkı ilkbaharın içindeki sonbahar gibiydi hissettikleri. Stardelay'den The Late Show'u dinlemek gibi... Ruhlarına dokundum tek tek ellerimle. Hepsi çatışıyordu kendisiyle. Ve hep bir kurtarıcıyı bekliyordu ruhları. O kurtarıcı gelecek ve içindeki onlardan birini seçecekti elbette. Ama gelen de çatışıyor olacaktı kendi içinde. Çünkü nefretle şefkati harmanlayan kadının karşısına gelecek olan, duygularıyla egosu arasında sıkışmış bir erkek olacaktı. Ya da bildiğiniz gibi küçük beyler ve küçük hanımlar işte… Hepsi inkar edecekti içindeki fırtınayı. Oysa ne gerek vardı? Bölünüyorduk içimizde binlerce parçaya belki de. Ve bir parçamızı seçebilmek için kurtarıcımızı bekliyorduk pencere önünde. Bu yüzden aldatıyorduk işte. Tek bir parçamızın sesini dinlediğimiz için. İçimizdeki yap-bozların yalnızca biri tamamlanıyordu o zaman. Diğer parçalarımız isyan edince bir gün aldatıyorduk biz de. Her parçamıza istediğini vermemek haksızlıktı nihayetinde.

Oysa bir kurtarıcı beklemeseydik keşke. Kendimizi, meleğimizle ve şeytanımızla sevebilseydik. Karşımıza gelen adamın egosunun yanında gücümüzü, ruhunun derinliklerinde aşkımızı hissettirebilseydik. İçimizdeki yap-boz parçalarını keşke doğru adamın parçalarıyla birleştirebilseydik. Ve tüm bunları yapabilmek için azcık durup düşünseydik. Aşk kaçmaz, bekler. Senelerce bile… Harcanan seneler, harcayacağın ruhlar karşısında bir hiçtir durup düşününce. Bu yüzden bazen biraz yalnızlık gerekir sadece. Mecburiyetten ya da tercihen yalnızlık… Hiç fark etmez! Kurtarıcını bulmak için yok ettiğin her ruhun vicdan azabı yerine, yalnızlığın zahmetsizliği bulmana yardım edecektir doğru anda doğru adamı ve doğru seni.

Çisil TOLGA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.