19 Haziran 2013 Çarşamba

Verimsiz Kadınlar Merkezi’nden Mektup Var!

Merhaba ben Ayşe,

Size bu mektubu Tepecik Verimsiz Kadınlar Merkezi’nden yazıyorum.  Buraya yaklaşık 5 ay önce getirildim. İkinci katta, benim gibi 19 tane, İkinci seviye kadınla beraber kalıyorum. Onlar da benim gibi sadece 2 çocuk doğurmuş kadınlar ve hepsinin bir mesleği var, gerçi hepimiz şuan aynı fabrikada çalışıyoruz.

8 ay önce 3. çocuğumun doğmasına 1 ay kala bir kaza geçirdim ve düşük yaptım.Oğlum hayata tutunamadı. Ben de 2 ay süren yoğun ilaç tedavisine tabi tutuldum ancak tekrar çocuk sahibi olamayacağım kesinleşti ve devletimizin 13 ay önce çıkarmış olduğu “Verimsiz Kadın Yasası” uyarınca 2. seviye verimsiz kadın olarak işaretlendim. İleride öğreneceğiniz üzere bu yasa, 2. seviyeye düşmüş kadınların eşlerine yeni bir eş alma hakkı tanıyor. Eşim düşük yapmamın benim hatam olduğunu düşünüyordu, tedavim süresince kavga ettik. Tedavim sonlandığında beni hastaneden çıkarmaya yeni eşiyle geldi. “Bu kadar çabuk mu?”diye düşündüm… Eşim beni duymuş olacak ki “devletin tanıştırma kurumu aracılığıyla tanıştık, sana haber vermediğim için kusura bakmazsın dimi?” dedi…

1 buçuk yıl kadar önce, dünyada ve ülkemizde büyük bir gıda kıtlığı yaşandı. O dönemde yapılan eylemlerde on binlerce insan öldü, o eylemleri izlerken 2.çocuğumu henüz doğurmuştum. Devleti protesto etmem söz konusu bile değildi,kaldı ki beni ilgilendiren bir konu değildi bu. Biz zengindik ve devlete yakın olmamız bizi pek çok olaydan koruyordu. Bugün ise devleti protesto edenlerin pek çoğu öldü yada yurt dışına kaçtı, kalanlar ise o kimliklerini yitirdiler.

Belki de her şey 3 yıl önce “Kalıcı vergiler yasasıyla” birlikte gelen“karı-koca çalışan ailelerden %15 daha fazla vergi alınır” maddesi sonucu,işimden ayrılmamla başladı. Eşim devletin iyi bir kademesinde çalıştığı için çalışmayı bıraktım, hemşireydim. Aldığım maaş ek vergilerle zaten eriyecekti. İş arkadaşım Merve’nin yoğun ısrarına rağmen eylemlere katılmadım, hem çalışmamak işime gelmişti açıkçası. Benim sorunum değildi bu. Merve o eylemler sırasında öldü, nasıl ve kim tarafından öldürüldüğü hiç açıklanmadı. “Merve gibi binlerce aptal” diye başladığım bir cümle hatırlıyorum ama sonu gelmiyor.

Bir adım öncesinde Avrupa Birliği kavramından tamamen vazgeçmiş olmamızı ise büyük bir kibir ve küçümseme ile takip ettim. Birleşmiş Milletler üyeliğimizin fes edilmesinin ise ne anlama geldiğini açıkçası bilmiyordum. Eylemler yapan insanları da anlamıyordum, yani istenmediğimiz bir birlikte neden olmalıydık ki…

Öncesinde ise Gezi Parkı eylemleri var zihnimde. 2013 yılı. Evlendiğimiz yıl.Her şey tozpembeydi gözümde, eşimin ailesi gösterilerin hiç birine katılmamış olmamı takdir ediyordu. Onlara bu eylemleri yapmacık bulduğumu ve zaten düğünle ilgili yapmam gereken işler olduğunu söylediğimde ise sevinçleri artıyordu.Sonrasında seçimlerde hile yapıldığı konusunda yapılan gösteriler ise polisin sert müdahalesi ve kitle katliamlarıyla bastırılınca öncesinde yapmacık gelen eylemlere artık nefretle bakar olmuştum. Yani benim sorunum değildi ama gene deoy verdiğim parti kazandığı için yapılan gösterilere nefretle bakmıştım.Anlamamıştım.

Şimdi anladım! Şimdi, herkes gittikten sonra ve kalanlar vazgeçtikten sonra anladım.
Hastanenin önünde arabadan kendimi aşağı atıp bağırdığım anda 2 polis memuru beni döverek arabaya soktuğunda anladım.
Ertesi gün çarşıda, üzerime benzin döküp kendimi yakmakla tehdit ettiğimde,elindeki çakmağı bana uzatan pis gülüşleri gördüğümde anladım.
Beni buraya getiren kamyondan indiğimde, 1. Seviye (yani sadece tek çocuk doğurabilmiş ve bir mesleği olmayan kadınlar) koğuşunu gördüğümde anladım.Anladım ve bağırdım ama kimse gelmedi, gelecek kimse kalmamıştı. Şimdi tek istediğim yastığın altına koyduğum bu mektubun geçmişe gönderilmesi.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               Ayşe / 22. Ağustos. 2020
(Bora'dan Alıntı)