Merhaba ben Ayşe,
Size bu mektubu Tepecik Verimsiz Kadınlar Merkezi’nden
yazıyorum. Buraya yaklaşık 5 ay önce
getirildim. İkinci katta, benim gibi 19 tane, İkinci seviye kadınla beraber
kalıyorum. Onlar da benim gibi sadece 2 çocuk doğurmuş kadınlar ve hepsinin bir
mesleği var, gerçi hepimiz şuan aynı fabrikada çalışıyoruz.
8 ay önce 3. çocuğumun doğmasına 1 ay kala bir kaza geçirdim
ve düşük yaptım.Oğlum hayata tutunamadı. Ben de 2 ay süren yoğun ilaç
tedavisine tabi tutuldum ancak tekrar çocuk sahibi olamayacağım kesinleşti ve
devletimizin 13 ay önce çıkarmış olduğu “Verimsiz Kadın Yasası” uyarınca 2.
seviye verimsiz kadın olarak işaretlendim. İleride öğreneceğiniz üzere bu yasa,
2. seviyeye düşmüş kadınların eşlerine yeni bir eş alma hakkı tanıyor. Eşim
düşük yapmamın benim hatam olduğunu düşünüyordu, tedavim süresince kavga ettik.
Tedavim sonlandığında beni hastaneden çıkarmaya yeni eşiyle geldi. “Bu kadar
çabuk mu?”diye düşündüm… Eşim beni duymuş olacak ki “devletin tanıştırma kurumu
aracılığıyla tanıştık, sana haber vermediğim için kusura bakmazsın dimi?” dedi…
1 buçuk yıl kadar önce, dünyada ve ülkemizde büyük bir gıda
kıtlığı yaşandı. O dönemde yapılan eylemlerde on binlerce insan öldü, o
eylemleri izlerken 2.çocuğumu henüz doğurmuştum. Devleti protesto etmem söz
konusu bile değildi,kaldı ki beni ilgilendiren bir konu değildi bu. Biz
zengindik ve devlete yakın olmamız bizi pek çok olaydan koruyordu. Bugün ise
devleti protesto edenlerin pek çoğu öldü yada yurt dışına kaçtı, kalanlar ise o
kimliklerini yitirdiler.
Belki de her şey 3 yıl önce “Kalıcı vergiler yasasıyla”
birlikte gelen“karı-koca çalışan ailelerden %15 daha fazla vergi alınır”
maddesi sonucu,işimden ayrılmamla başladı. Eşim devletin iyi bir kademesinde
çalıştığı için çalışmayı bıraktım, hemşireydim. Aldığım maaş ek vergilerle
zaten eriyecekti. İş arkadaşım Merve’nin yoğun ısrarına rağmen eylemlere
katılmadım, hem çalışmamak işime gelmişti açıkçası. Benim sorunum değildi bu.
Merve o eylemler sırasında öldü, nasıl ve kim tarafından öldürüldüğü hiç
açıklanmadı. “Merve gibi binlerce aptal” diye başladığım bir cümle hatırlıyorum
ama sonu gelmiyor.
Bir adım öncesinde Avrupa Birliği kavramından tamamen
vazgeçmiş olmamızı ise büyük bir kibir ve küçümseme ile takip ettim. Birleşmiş
Milletler üyeliğimizin fes edilmesinin ise ne anlama geldiğini açıkçası
bilmiyordum. Eylemler yapan insanları da anlamıyordum, yani istenmediğimiz bir
birlikte neden olmalıydık ki…
Öncesinde ise Gezi Parkı eylemleri var zihnimde. 2013 yılı.
Evlendiğimiz yıl.Her şey tozpembeydi gözümde, eşimin ailesi gösterilerin hiç
birine katılmamış olmamı takdir ediyordu. Onlara bu eylemleri yapmacık
bulduğumu ve zaten düğünle ilgili yapmam gereken işler olduğunu söylediğimde
ise sevinçleri artıyordu.Sonrasında seçimlerde hile yapıldığı konusunda yapılan
gösteriler ise polisin sert müdahalesi ve kitle katliamlarıyla bastırılınca
öncesinde yapmacık gelen eylemlere artık nefretle bakar olmuştum. Yani benim
sorunum değildi ama gene deoy verdiğim parti kazandığı için yapılan gösterilere
nefretle bakmıştım.Anlamamıştım.
Şimdi anladım! Şimdi, herkes gittikten sonra ve kalanlar
vazgeçtikten sonra anladım.
Hastanenin önünde arabadan kendimi aşağı atıp bağırdığım
anda 2 polis memuru beni döverek arabaya soktuğunda anladım.
Ertesi gün çarşıda, üzerime benzin döküp kendimi yakmakla tehdit
ettiğimde,elindeki çakmağı bana uzatan pis gülüşleri gördüğümde anladım.
Beni buraya getiren kamyondan indiğimde, 1. Seviye (yani
sadece tek çocuk doğurabilmiş ve bir mesleği olmayan kadınlar) koğuşunu
gördüğümde anladım.Anladım ve bağırdım ama kimse gelmedi, gelecek kimse
kalmamıştı. Şimdi tek istediğim yastığın altına koyduğum bu mektubun geçmişe
gönderilmesi.
Ayşe
/ 22. Ağustos. 2020
(Bora'dan Alıntı)