12 Ekim 2012 Cuma

Aşkın Evi Neresi?


     Uçmak gibi… Ama yere daha yakın.
     Esmek gibi… Ama rüzgara biraz muhalif.
     Koşmak gibi… Ama azcık daha gürültülü.
     …
     Aşık olmak gibi… Ama çok daha güvenli.
     Sevişmek gibi… Ama gözler önünde, utanmadan.

     Yan yana gelince her şeyi yapabilecek gücü yaratan, o üç kelimeyle başlar bu hikaye. “Kayıtsız şartsız güvenmek” Sonra mı? Sonrası uzun uzun yollar…

     İlk denememizdi. Evimizden çok uzak, sıcak bir deniz kıyısı, yorgun günün tatlı gecesiydi. Heyecanlıydım! Korkmuyordum! Daha önce pek çok kez yapmıştım. Ama sen başkaydın… Kollarımı beline doladım. Başımla işaret verdim. Ellerini hafifçe sıktın. Ve olmuştu işte. Rüzgarı yarıp geçiyorduk. Denizin üstünde ışıklar vardı. Sahibimiz olmasına izin verdiğimiz iki tekerlek, egemenliği eline geçirmene izin veriyordu çaresizce. Fethiye’yi okşuyordu tekerleklerimiz. Kalp atışlarım sırtındaydı, kasıklarım kalçalarında. Mutluyduk!

     Bir zaman sonra o günden, minik kaçamaklar yaptık. Kıymetini anlatsam, anlayabilirler mi? Hayatımı, hayatının içine sardın o kaçamaklarda. Pamuklar içinde korumaktan öteydi bu. Kutsaldı. Ölümü yok sayıştı.

     Ve artık her şey hazırdı işte. Kaçamaklar yetmez olmuştu. Tüm dünyaya duyurmalıydı, tek vücut olduğumuzda, geçtiğimiz sokaklara yayılan o hırçın sesi. Sesin gibi…

     Vapurlarla, gemilerle yarıştık. İnanmazsınız ne arabaları solladık! Uçakların altından, trenlerin üstünden geçtik. Geçmişe gittik, geleceği gördük ve hepsini şimdi hissettik. Kıskananlardan kaçtık. Yaşlılardan, gençlerden, hep içinde kalanlardan… Saçlarımın ucu uçuşuyordu kaskın arkasından. Kokun vuruyordu yüzüme, kapatamıyordum vizörü. Ellerin okşuyordu bazen, göbeğini sarmalamış ellerimi. Daha sıkı sarılıyordum. Bazen önümüzde uzanan yola bakıyordum muzurca. Genellikle yanımıza gelip bizi saniyeler sonra terk eden sahnelerdeydi gözlerim. Her kareyi aklıma kazımalıydım. Kazıdım. Ayrıca kıskanan amca ve teyzeleri de kaydetmeliydim. İnince sana afişe edecektim sonuçta.

     Derler ya bir bütün olmak. Büyük laf, yaşanan küçük anlara yüklenen… Yollara, uzun zamanlara söylenmesi gerekir oysa ki. Kasislerden geçerken aynı anda yükselip vuruyorsa kalçalarınız seleye mesela. Mesela o an algıladığınız her şey aynıysa. Ki buna mecbursunuz! Arkadaşına mesaj yazamaz, annenle konuşamaz, makyaj tazeleyemez, O’nunla orda olmaktan başka şey düşünemezsin. Aidiyetin vücut bulması! Vücutların bir bütün olması…

     En gerçek yeridir motor selesi aşkın. İki kişilik bir dünya varsa şayet (hayallerimdeki gibi), işte buradadır. Romantizmin doruklarıdır. Şehvetin, sınırını yok ettiği yerdir. Güvenin, en masumudur. Deliliğin, en gerçek olduğu zamandır. Motor tutku, spor, risk, eğlence, yaşam tarzı, şeytan icadı değildir. Motor, aşkın en güzel, en romantik, en şehvetli, en deli, en gerçek halidir. İki tekerlek, aşkın evidir!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.